Söyleşi

DÜŞÜNCENİN OKULLAŞMASI ÇALIŞTAYI (2018-ANKARA)

(CEVAPLAR)*

* Düşüncenin Okullaşması Çalıştayı (2018)’nda yapılan konuşmaların tam metni birkaç hafta önce sitemizde yayınlanmıştı. Şimdi de bu konuşmalarda dile getirilen görüş, eleştiri veya önerilere ilişkin kanaatlerimizi içeren metni yayınlıyoruz. Burada şöyle bir üslup benimsenmiştir: önce her bir konuşmanın ana tezi tek bir cümlede özetlenmeye çalışılmış, ardından da katılımcının bu tez bağlamında ortaya koyduğu görüş, öneri yahut eleştirilere cevap vermeye gayret edilmiştir. Önceki katılımcıların dillendirdiğine benzer eleştirilerde bulunan sonraki katılımcıların görüş ve eleştirilerine ise, tekrara düşmemek için cevap verilmemiştir. Cevaplara yönelik olarak gerek katılımcılardan gerekse okurlardan yeni eleştiriler gelirse, onlara dair de yeni bir tartışma başlatılabilir.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

HÜSEYİN ALAN:

"Bizim görevimiz çok malumatlı olmak değil, gücümüzün yettiği oranda Müslümanca yaşamaktır."

KÜRŞAD ATALAR: Düşüncenin okullaşması tezine yönelik benzer bir eleştiriye daha önce Düşüncenin Okullaşması ve Gelecek İçin Manifesto kitaplarında cevap vermiştim. Burada da Hüseyin abinin eleştirisine yönelik olarak özetle şunları söyleyebilirim: Düşüncenin okullaşması, basit manada malumat sahibi olmak veya soyut önerilerde bulunmak için ortaya atılmış bir tez değildir. Bilakis bir "değişim" ve "yöntem" önerisidir. Malum olduğu üzere, çağdaş dönemde "değişim" talebi olan İslami Hareketler iki ana örgütlenme modeli ortaya koymuşlardır. Bunlardan ilki Kutub’a atfedilir ve "cahiliyeden bağımsız" hareket edilmesine dair bir vurgu içerir. Modern Leviathan olarak nitelendirilebilecek ulus-devlet şartlarında öneriyi hayata geçirme noktasında karşılaşılan zorluklar nedeniyle, bu modelin eleştiri aldığı bilinmektedir. İkincisi öneri ise Humeyni’ye aittir. Buna göre, değişim "ayrı örgütlenme" yoluyla olmaz, "halkla birlikte" yapılmalıdır. Bu görüş de, İran’da bir devrim yapıp devlet kurmasına rağmen, ülkenin yaşadığı (özellikle de "düşünsel") sorunlar nedeniyle epeyce eleştiri almıştır. Düşüncenin okullaşması tezinde ise, her iki modelin eksiklerini giderecek başka bir çözüm önerisi bulunmaktadır. Burada "yetkinlik olmadan etkinlik olmaz" tezi savunulmakta ve güçlü örgütlenme için öncelikle ilmi temelin güçlendirilmesi gerektiğine işaret edilmektedir. Tabiatıyla bu öneri, özellikle de "aktivist" grupların hoşuna gitmiyor. Çünkü onlar kısa sürede çok yol almak istiyorlar! Ama malum, her alanda olduğu gibi düşünce alanında da yetkinlik kısa sürede elde edilebilecek bir şey değildir. Söz konusu olan toplumsal yetkinlik olunca da, uzun erimli çalışmalar yapmak kaçınılmaz olmaktadır.

Bu bağlamda düşüncenin okullaşması tezine yönelik bir başka eleştiri de "Kur’an bizim neyimize yetmiyor?" anlayışına sahip olanlardan geliyor. Buna göre, "vahyin inzali tamamlandığı için, Hakikat alanında bir eksik kalmamıştır. Bir Müslüman gücü yettiğince Kur’an’la amel ediyorsa, üzerindeki sorumluluk düşer." Bu tez, belki ortalama Müslüman için doğru olabilir ama bilindiği gibi Müslümanlık sadece bireysel olarak yaşanan bir din değildir. Farz-ı kifaye olan görevler vardır ve bunları toplumun içinden birileri yapmazsa, tüm toplum sorumlu olmaktadır. Kısacası namaz kılıp oruç tutmak yetmemektedir, birilerinin de cihada gitmesi, hadleri uygulaması, devleti yönetmesi, vs lazımdır. Farz-ı kifaye görevlerin içerisinde ise, toplumun düşünsel/ilmi ihtiyacını giderecek faaliyetler yapmak en ön sırada gelir. Bunu yapacak olanlar da alimlerdir. Eğer ithal düşünceler toplumun inancını etkiliyorsa bunlara gerekli cevabın verilmesi elzem olur. Toplum bu vazifeyi alimlere yükler ama onların yetişmesinden de yine toplum sorumludur. "Kur’an bize yeter" tezini savunanlar bu konuya dair ikna edici izahlar getirmeyi denemek yerine, ithal düşüncelere (veya hakim paradigmaya) cevap vermenin gerekli olduğuna dair uyarıda bulunanları "faydasız ilim"le meşgul olmakla suçluyorlar. Daha önce defaatle ifade ettim, burada bir kez daha tekrarlayayım: Gazali’nin Yunan düşüncesine, İbni Teymiyye’nin de sufizmin tezlerine yetkin cevabı vermek için aylarca, hatta yıllarca okumalar yapmaları vs boşuna değildir. Bu kişiler, tabiri caizse "milletin imanını kurtarmak için" (daha sonra da tabii ki "salih amel"i ortaya çıkarmak için) bu çabayı gösteriyorlar, ama maalesef "Kur’an davası"nı savunduklarını iddia eden bazı kesimler bunu anlamakta zorlanıyorlar. İnancım o ki, düşüncenin gelişim sürecin içerisinde malumat düzeyimiz yükseldiğinde, bu konuda yaşanan sorunlar da azalacaktır.

Hüseyin abi diyor ki: "tezin en büyük eksikliği kök bilgisinde, referanstadır. Tez, en fazla Gazali’ye kadar gidebiliyor, mesela Hz. Peygamber’e kadar gidemiyor." Nasıl gidemiyor? Hüseyin abi, burada bir izahta bulunmuyor. Oysa gerek Düşüncenin Okullaşması, gerekse Gelecek İçin Manifesto kitaplarında bu konuda yeterince açıklama var. Burada bir kez daha ifade edeyim: tez tam da Hz. Peygamber dönemine kadar gidiyor! Şöyle ki: bence sahabeler bizim bugün yaşadığımız sorunu hiç yaşamadı. Çünkü vahyin inzal olmaya başlamasıyla birlikte bu sorun zaten çözülmüştü! Hz. Peygamber’e inanan her kişi, ona itaat ediyordu, çünkü şunu biliyordu: Muhammed’in getirdiği vahiy Hakk’tır. Günümüzde ise Hakk alanında bir sorun var (Gazali döneminde de sorun aynısıydı). "Günümüzde Hakk’ı kim temsil ediyor?" diye bir soru sorsak, bin kafadan bin ses çıkıyor! Burada birilerinin çıkıp "meselenin çözümü şudur" demesi lazım. "Ben çözdüm" diyen çok ama bunu (Galileo’nun dediği gibi) "ispatlı" bir şekilde yapan yok. Kanımca, otorite olmuş alim veya alimler olmadıkça da, bu mesele çözülmez. Ne kadar büyük örgütler, devletler vs kurarsak kuralım, bu mesele halledilmedikçe, "Ümmet’in Sorunu" devam edecektir.

Kanımca Hüseyin abinin şu cümlesini de aynı bağlamda değerlendirebiliriz: "çok malumata sahip olmak değil, bize yarayan bilgi önemlidir." Tabiatıyla burada "bize yarayan bilgi nedir?" sorusunu sormamız gerekiyor. Çalıştayda verdiği "domuz eti" örneğine bakacak olursak, Hüseyin abinin bununla kastı, günlük yaşamda karşımıza çıkan ve çoğunlukla fıkıh alanıyla ilgili bilgidir. Fakat Kutub’un da isabetle ifade ettiği gibi: "çağımız fıkhi sorunlara çözüm arama çağı değil ki!" Yani öncelikli meselemiz bu çağda fıkıh olmamalıdır. Soruyu ben daha açık sorayım: bugün fıkhi problemlerimizin çözümü mü daha önemli, hakim paradigmaya yetkin cevabın verilmesi mi? Benim cevabım belli: halihazırdaki şartlarda Hakikat İddiamızı öne çıkaran bir söylem geliştiremezsek, kitleler Hakimiyet İddiamıza da kulak kabartmayacaktır, ki bundan daha doğal da bir şey olamaz. Çünkü insanlar kalplerini ve akıllarını ikna edecek bir söylemin (ideolojinin, dinin, vs) peşinden giderler. Bugün modernitenin/postmodernitenin hakim paradigma olmasının sebebi, Batı’nın teknolojik, askeri vs üstünlüğü değildir. Temelde Hakikat İddiası noktasında gösterdiği performanstır. Bu performans, esasen Hakk’a tekabül etmiyor ama rakiplerinin de onun karşısında pek bir mecali yok! Bu alanda "yetkinlik" düzeyine ulaşmadıkça, Müslümanların fıkhi problemlerine çözüm arayışının da bir netice vermesi mümkün olmayacaktır. Çünkü kaliteli fetva için de yüksek düzeyli ilim şarttır.

Konuyla ilgili olarak Hüseyin abinin sarf ettiği şu iki cümleye de aynı gerekçeyle katılamıyorum: "Hz. Muhammed sadece ‘yanlışsınız, doğrusu budur’ dedi ve başarılı oldu!"; "teknikte-bilimde geri kaldığımız görüşü komplekslidir; evet, dayak yedik ama yeniden ayağa kalkabiliriz. Kompleksten kurtulursak, Müslümanca bilgiyi de üretebiliriz." Hüseyin abi burada bize sanki "hele bir araya gelelim, gerisi kolay" gibi bir şey söylüyor. Buna bendeniz "kervan yolda düzülür" mantığı diyorum ve bu öneriye cevap olarak da yıllardır: "acelemiz mi var, nereye gidiyoruz?" şeklinde bir karşılık veriyorum. Naçizane kanaatime göre, "bir an önce bir şeyler yapmalıyız, aksi takdirde treni kaçıracağız" mantığıyla hareket edenler, ameli imandan, eylemi teoriden önemli görüyorlar ki, bu bence yanlışlığı ispata gerek olmayacak kadar açık bir husustur. İman olmadan amelin, teori olmadan pratiğin kıymeti yoktur. Münafığın amelinin ona faydası olmaz. Temeli çürük binanın yıkılması mukadderdir… Bence mevzu bu kadar açık olmasına rağmen, halihazırdaki şartlarda amele bu denli vurgu yapılmasının da elbette nedenleri var. Mesela kimileri diyor ki, "zulüm dağları aşmış, siz ilimle vs uğraşıyorsunuz." Tabiatıyla zulmün nasıl ortadan kaldırılacağı, hangi yöntemin daha etkili olduğu vs bir tartışma konusudur. Acilci çözüm bir öneridir, ama sahici bir öneri midir? Mesela Kurtuluş Savaşı vermekle, Rusları Afganistan’dan kovmakla, Şah’ı devirmekle mesele bitiyor mu! Bitmediği bizzat yaşanarak görülmüştür. En yakın örnek olan İran Devrimi ortadayken, meseleyi hala "acilci" önerilerle çözebileceklerini düşünenler bence yanılıyorlar.

Hüseyin abinin: "Modern devletle hesaplaşmayan Tevhid’i anlatamaz" ve "Allah bize dünyayı değiştirme gücü verdiyse, bunun gereğini yapmazsak, o zaman sorumlu oluruz. Bizim görevimiz, gücümüz yettiğince İslam’ı dünyaya yaymaktır" şeklindeki sözlerinde de örgütlenmeyi önceleyen yaklaşımın izlerini görüyoruz. Buna göre Müslümanların ne yapıp edip önce İslam Devleti’ni kurması gerekiyor (Hatta bazen bu anlayışa göre "darbe" yoluyla bile değişimi gerçekleştirmek meşrulaştırılabiliyor). Çağdaş dönemde yaşanan deneyimlerin bu tezin aksini ispatladığını düşündüğüm için "Önce Devlet, Sonra İlim" diyen bu yaklaşımın sorunlarımıza çözüm olamayacağının altını bir kez daha çiziyorum.

Son olarak Hüseyin abinin: "tez neredeyse bütün sorunlarımızı çözecekmiş gibi bir intiba bırakıyor. Böyle bir şey olamaz. Peygamberin yapamadığını sen mi yapacaksın?" şeklindeki itirazına dair de şunları söyleyebilirim: "peygamberlerin yaptığı işi yapalım, gerisi Allah’a kalır." Çünkü peygamberler görevlerini layıkıyla yerine getirmiş, bazı kavimler kabul ederken bazıları da reddetmiştir. Bu, o kavimlerin kararıdır. Nuh kavmi inkar etti diye Hz. Nuh suçlanamaz. Ama modern dönemde Müslümanlar görevlerini layıkıyla yerine getirebildi mi? Bence henüz getiremedi. Eğer getirseydi, Hüseyin abi haklı olurdu. Ben getiremediğine inanıyorum. O yüzden de düşüncenin okullaştırılması gerektiğini söylüyorum. Düşünce, yetkin bir şekilde ifade edildikten, yani hakim paradigma fikri mücadele sonucunda ispatlı bir şekilde mağlup edildikten sonra, insanlar yine de inanmıyorsa, bu onların tercihidir. Hakk ortaya çıktıktan sonra hala Batıl’a tabi olanlar bunun hesabını Hakk’ın önünde verirler!

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12

©2023 - Düşüncenin Okullaşması. Tüm Hakları Saklıdır.