Analiz

İRAN İZLENİMLERİ

Kürşad Atalar

BÖLÜM I

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

Okul ziyaretinin ardından akşam olmuştu ve arkadaşlarım beni, otantik bir İran lokantasına götürdüler. Bu mekanda ayakkabılar çıkarıldıktan sonra, yerden 20-30 cm. yükseklikte bir sofaya çıkılıyor ve yemekler bağdaş kurarak yeniliyordu. Bizdeki yer sofrasına benzeyen bu usulü, Japonya ziyaretimde de görmüştüm. Orada da resmi Japon heyeti, Türkiye'den gelen kursiyer ziyaretçileri ünlü bir Suşi lokantasına götürmüşlerdi. Orada da ‘usul'e uymuş ve yere oturup bağdaş kurarak yemeğimizi yemiştik. Türkiye'de yurtdışından gelen misafirlere bu tarz bir otantisitenin sunulduğu lokanta vs. var mıdır, bilemiyorum. Geleneksel olarak köylerde (veya bazı bekar evlerinde vs.) hala yere oturarak yemek yiyenler var, ama kültürün bir unsuru olarak bu tür bir sunumun, Türkiye'de artık büyük ölçüde tedavülden kalktığını da biliyoruz. Bunun nedeni, acaba, Türkiye'nin İran ve Japonya'ya göre daha fazla ‘modernleşmiş' olması mıdır? Bu da tartışmaya değer bir sorudur. Japonya'da yapmış olduğum gözlemlere göre, Japonya, bu konuda, Türkiye'yi hayli geçmiş bir ülke. İran'daki gözlemlerime göre ise, İran'ın modernleşmesi Türkiye'nin gerisinde kalıyor. Elbette ki bu soruya cevap ararken her iki ülkenin kültür farkının da dikkate alınması lazım. Ama şurası bir gerçek ki, ‘sembolik' de olsa, Japonya ve İran'da bu tür ‘geleneksel' pratiklerle daha çok karşılaşabiliyorsunuz. Yemeklere gelince, her ne kadar bizim tercih ettiğimiz menü, olabildiğince Türk damak tadına uygun olsa da, yine de sos ve baharatlarda (yahut meşhur safranlı İran pilavı örneğinde görüldüğü üzere) farklılığı net olarak görmek mümkün oluyor. Türkiye'den doğuya doğru gidildikçe, özellikle Müslüman memleketlerde farklı (ve acı) baharatlar kullanılıyor ve bu da yemeğe farklı bir tat veriyor. Tokyo'da bir Pakistan lokantasında yemek yediğimde de aynı hissi edinmiştim. Bu baharatların ölçüsü veya karışımı, bizim Türk damak tadına çok uymuyor, hatta yemeğin tadını önemli ölçüde kaçırdığını bile söyleyebilirim! Fakat bu da gösteriyor ki, damak tadı denilen şey, esas itibarıyla, ‘alışmakla' ilgili. Demek ki, insanlar, alıştıkları tatları, ‘tat' olarak nitelemeye eğilimli! Bu da, sadece yemek konusunda değil, aşağı yukarı her alanda böyle galiba. İnsanlar alıştıkları şeyleri daha ‘sempatik' buluyorlar, alışmadıkları şeyler konusunda ise, ‘ihtiyatlı' olmayı tercih ediyorlar. Bu noktada, acaba Alexis Carrell'in “İnsan bu, meçhul” sözünü mü hatırlamamız lazım diye düşünmeden de edemiyorum!

Otantik İran lokantasında Şark Köşesi

İsfahan İzlenimleri

Yemeğimizi yedikten sonra, akşam vakit hayli ilerlemişti ve ben o gece İsfahan'a doğru yola çıkacaktım. Espinas Hotel'de iki geceliğine rezervasyon yapıldığı için, o gece otelden ayrılmak durumundaydım. Valizimi alıp İbrahim'in evine bıraktım ve o gece otobüsle İsfahan'a doğru yola çıktım. İsfahan tam bir tarih şehri ve ününü duymayan da kalmamıştır. Ben de İran ziyaretimde İsfahan'ı görmek istiyordum. ‘Modern Evliya Çelebi' olan Zeynel bana İsfahan'da gezip görebileceğim yerleri bir liste halinde vermişti. İran'da şehirlerarası otobüslerin ilginç bir özelliği var; koltuklar, bizdeki ‘makam koltukları'na çok benziyor! Abartısız söyleyebilirim: İran'da otobüs yolculuğunda kullandığınız koltuklar, Türkiye'de uçak yolculuğunda kullandıklarınızla yarışır! Bunu daha sonra birçok kişiden de teyit ettirdim. İkram açısından olmasa da, koltuk rahatlığı açısından bunu not etmem lazım. İran'da bulunduğum 3. günün sabahı İsfahan otobüs terminaline indim ve bir taksi ile şehrin merkezine geldim. Elimdeki listeye uyarak, öncelikle Nakş-ı Cihan'a gidecektim. Burası dünyaca ünlü bir yer ve alansal olarak da dünyanın en geniş mekanı olarak tanıtılıyor. Gezilecek o kadar çok bölümü vardı ki, mümkün olduğunca hepsini görmeye ve fotoğraflayıp kaydetmeye çalıştım. Kış günü olduğu için fazla turist yoktu ve bazı bölümlerinde restorasyon çalışmaları da vardı. Burada Tahran'dakiyle kıyaslanabilecek denli büyüklükte bir çarşı da var. İstanbul'daki Kapalı Çarşı'ya çok benziyor ve tamamen turistlere hitap ediyor. Ardından Mescid-i Cami'ye gittim. Burası da Selçuklular ve Safeviler döneminden kalma mescid ve medreselerle dolu, oldukça otantik bir yerdi. Daha sonra da Çehel Sütun (18 Sütun)'u ve İsfahan'daki nehir üzerinde uzanan köprüleri ziyaret ettim. Bu köprülerin hikayesi ilginç. Burada akşam vakti, İranlı gençler, şiir yarışmaları düzenliyor ve Hafız'dan, Firdevsi'den vs. şiirler okuyorlarmış. Ben bu türden bir spontane yarışmaya tanık olabilir miyim diye akşam vaktine kadar ışıklandırması gayet güzel olan bir köprüde bekledim, ama maalesef böyle bir yarışmaya tanık olamadım. Sanıyorum, bu tür yarışmaları yaz aylarında görmek daha kolay oluyor. Fakat İranlıların şiire olan merakını bizzat gözlemlemeyi isterdim. Çünkü buranın ziyaretçileri, seçilerek gelmiyor; sadece dağarcıklarından bu şiirleri söylüyorlarmış. Bu da İran'da bu alana ne kadar önem verildiğini gösteren bir örnek olarak değerlendirilebilir.

Nakş-ı Cihan'dan bir görüntü

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16