Analiz

İRAN İZLENİMLERİ

Kürşad Atalar

BÖLÜM I

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

↩ [2] 1. Uluslararası Ali Şeriati ve Beşeri Bilimlerin Geleceği Sempozyumu'nda benim yaptığım konuşma

Değerli hanımlar, beyler, bacılar ve kardeşler,

Konuşmama, Sempozyum'u düzenleyen komiteye, bu toplantıya katılma ve bu müstesna topluluğa hitap etme fırsatı verdiği için en samimi duygularla teşekkür ederek başlamak istiyorum. Bugün burada ‘Birinci' Uluslararası Ali Şeriati Sempozyumu'nda sizlerle birlikte olmaktan mutluyum ve bu Sempozyum'un iyi geçmesini ve hayırlara vesile olmasını umuyorum.

Sunumumda “Çağdaş Müslüman Düşünce'nin Okullaşması Sürecinde Ali Şeriati'nin Fikirlerinin Önemi” üzerinde duracağım, ancak makalemin başlığını niçin “Biz ve Şeriati” olarak belirlediğimi ve “biz” terimi ile neyi kast ettiğimi izah etmeden önce, niçin bugün burada bulunduğumu açıklamam için bana birkaç dakika veriniz lütfen.

Bu, benim İran'a ilk ziyaretim. Daha önce birkaç kez İran'ı ziyaret etmek istedim, fakat bugüne kadar bu fırsatı bulamadım. Bazılarınızın bilebileceği gibi, 1979'daki Devrim'in başarılı olmasının ardından, diğer birçok ülkeden olduğu gibi, Türkiye'den de bazı insanlar, Devrim'in ülkede ne gibi değişiklikler yaptığını gözlemlemeleri için İran'a davet ediliyordu. Devrim'in çağdaş dönemde meydana gelen en önemli olaylardan biri olduğuna inandığım için, ben de birkaç kez Devrim'in yıldönümlerinde yapılan bu ziyaretlere katılmak istedim, zira laik diktatoryal bir monarşinin hakim olduğu Müslüman bir ülkede Devrim'in neyi değiştirdiğini gözlemlemek benim için önemliydi. Bugüne kadar Devrimci İran'ı şahsen gözlemleme şansını yakalayamasam da, Türkiye'den gelen ziyaretçilerin izlenimlerini defalarca dinleme fırsatı buldum. Bunlardan bazıları Devrim'i yüceltirken, diğer bazıları da eleştiriyordu. Şurasını ifade etmeliyim ki, özellikle de Ayetullah Humeyni'nin zamanında, Devrim, Türkiye'deki İslamcı çevrelerce büyük oranda destekleniyordu. Bu çevreler, çoğunlukla Devrim'i kuran ilkeleri ve İslam Cumhuriyeti'nin uluslararası ilişkilerde takındığı kucaklayıcı yaklaşımı destekliyorlardı. Daha sonra işler değişti; kronik Şia-Sünni ihtilafı yeniden nüksetti ve bir süre sonra da İslamcılar'dan birçoğu dahi, İslam Cumhuriyeti'nin performansı ve icraatlarını eleştirmeye başladı. Ama bu noktada benim bazı çekincelerim var: ben de olan-bitenlerden hoşnut olmayanlardanım, fakat hala İslam Cumhuriyeti'nin, Çağdaş Müslüman Düşünce'yi ‘geleceğin ideolojisi' yapmak için samimi olarak çalışan tek siyasal yapı olduğunu düşünüyor ve Devrim'in bugüne kadarki kazanımlarının dünya Müslümanları tarafından saygıyla karşılanıp korunması gerektiğine inanıyorum. Tam da bu noktada, bugüne kadar Devrimci İran'ı ziyaret edemeyişim yüzünden pişmanlık duymamamın nedenini izah etmeme izin veriniz lütfen. Buna üzülmüyorum, çünkü bugün burada benim açımdan İran'ı ziyaret etmenin en iyi nedeni münasebetiyle bulunuyorum! Yani, ben ‘Devrim'in İdeoloğu' ya da bana göre “Devrim'in Gerçek Yapıcısı” olan Şeriati'nin mirasını anmak veya onun fikirlerini tartışmak amacıyla düzenlenen bu Sempozyum'a katılmak için İran'a gelmiş bulunuyorum. Bu yüzden, bu ziyaret, benim için, katılmak istediğim ama gerçekleşemeyen önceki ziyaretlerden daha anlamlıdır. Yani bir kez daha ifade etmek isterim ki, ‘Birinci' Uluslararası Şeriati Sempozyumu vesilesiyle Şeriati hakkındaki fikirlerimi paylaşmak üzere burada olmaktan çok mutluyum.

Sunumumun başında, bir hususa daha dikkatinizi çekmek isterim. Sağolsunlar, bu yıl, bir Türk yayınevi (Pınar Yayınları), benim Sembol Şahsiyetler adlı eserimi bastı. Bu kitapta, çağdaş İslami Uyanış hareketinin on iki sembol şahsiyetinin hayat hikayelerini ve görüşlerini değerlendirmeye çalıştım. Elbette bunlardan biri de Ali Şeriati'dir. Diğer on biri, sizin de isimlerini bilebileceğiniz gibi, şunlardır: Afganistan'dan Cemaleddin Afgani, Mısır'dan Muhammed Abduh, Seyyid Kutub ve Hasan el-Benna, Pakistan'dan Muhammed İkbal ve Ebu'l A'la el-Mevdudi, İran'dan Ayetullah Humeyni, Bosna'dan Aliya İzzetbegoviç, Cezayir'den Malik bin Nebi, Amerika'dan Malcolm X ve Türkiye'den Ercümend Özkan. Bunların üçü, bence, Çağdaş Müslüman Düşünce'ye ‘ideolojik' katkıları daha fazla olduğu için daha fazla önemsenmelidir. Bunlar da Seyyid Kutub, Ebu'l A'la el-Mevdudi ve Ali Şeriati'dir. Bu üç önemli figür içerisinde de, bana göre, Ali Şeriati, bir ideolojik müsabakada Batı Düşüncesi'ni mağlup etmenin Çağdaş Müslüman Düşünce'nin geleceğini belirleyeceği hususunun farkında olması bakımından daha önemlidir. Başka bir ifade ile, bu açıdan bakıldığında, Şeriati, Çağdaş Müslüman Düşünce'nin ‘zirve noktası'nı temsil eder.

Bununla birlikte, bu kitapta savunduğum tezlerden biri de şudur: Çağdaş Müslüman Düşünce henüz ‘okullaşamamıştır.' Müslüman alimler ve aydınlar bunun için çalışmışlar, fakat hiç biri, (buna Ali Şeriati de dahil) başarılı olamamıştır. Bilinmelidir ki, ‘okullaşma' ancak çok büyük bir ilmi gayret ile başarılabilir. Bu amaca ulaşmak için, önce İslam'ı, ardından da Batı Düşüncesi'ni (tıpkı Gazali'nin klasik dönemimizde Yunan felsefesine karşı yaptığı gibi) çok iyi bilmemiz, ardından, İslam ve modernite arasında bir karşılaştırmalı analiz ve eleştiri yapmamız ve nihayet ideolojik bir müsabakada Batı Düşüncesi'ni ‘ispatlı bir şekilde' mağlup etmemiz gerekir. Kabul etmeliyiz ki, bizler, Müslümanlar olarak, çağdaş dönemde henüz bu amaca ulaşamadık. Bazı hedeflerimize ulaşsak da, nihai amacımıza henüz ulaşamadık.

Bu sorunu çözmek için, Şeriati'nin fikirlerinin yeniden değerlendirmesini yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ve böyle düşündüğüm için de, Şeriati hakkında, onun fikirlerini ‘düşüncenin okullaşması' zaviyesinden değerlendirmeyi amaçlayan bir kitap yazmaya karar vermiş bulunuyorum. Ve ben bugün burada bu kitabın adının “Biz ve Şeriati” olacağını ilan ediyorum, ki bu isim, benim bu Sempozyum'da sunacağım makalenin de adıdır! Şeriati hakkında bir kitap yazmaya karar verdikten sonra, Şeriati'nin bütün kitaplarını temin ettim ve satır satır okumaya ve notlar almaya başladım. Şu an itibarıyla, bu kitap üzerinde çalışıyorum ve inşallah birkaç yıl içerisinde de bitirmeyi umuyorum.

Değerli katılımcılar,

Şu hususun altını bir kez daha çizmek istiyorum ki, Çağdaş Müslüman Düşünce'yi okullaştırabilmek için Şeriati düşüncesini iyi bilmemiz gerekiyor. Şeriati hakkında bir kitap yazmak istememin asıl nedeni budur. Bana göre, bu işi yetkin bir şekilde yapmadığımız sürece, ‘okullaşma' aşamasına ulaşamayız. Ve ben ısrarla ifade ediyorum ki, bu aşamaya ulaşamadığımızda da, ‘dünyayı değiştirme' amacına küresel düzeyde ulaşma noktasında ilerleyemeyiz.

Bu noktada, tezimi desteklediğini düşündüğüm bazı örnekler vermek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Ali Şeriati, Fransa'da doktora eğitimi görürken, Cezayir kurtuluş savaşına destek vermişti. Hatırlarsanız, onun mücahitler ve Devrimci kadrolarla ilgili olarak dikkat çekici bir tespiti vardır. Diyordu ki, savaşı Müslümanlar kazandı, fakat Devrim'in liderliğini seküler-solcu kadrolara kaptırdılar. Burada sormamız gereken soru şudur: “niçin böyle oldu?” Sorunun cevabı önemlidir, çünkü Cezayir tecrübesi, Bağımsızlık savaşları tarihinde istisnai bir olay değildi. Ondan önce, Müslümanlar, Pakistan'ın kuruluşu sürecinde benzer bir tecrübe yaşamışlardı. Ülke, 1947'de, Hindistan'dan Dar'ul-İslam'da yaşarız ümidiyle ayrılmak isteyen Müslümanların yurdu olsun diye kurulmuştu, fakat sonuç aynı idi. Yani Müslümanlar savaşı meydanda kazandılar, fakat masada kaybettiler; masada laik elitler kazandı! Bilindiği gibi, Bosna cumhurbaşkanı ve çağdaş dönemin sembol şahsiyetleri arasında olan Aliya İzzetbegoviç, İslam Deklarasyonu adlı eserinde, Pakistan'ın kuruluşunun, Müslüman Dünyası'nda heyecan dalgasına neden olduğu ve yeni İslam Devrimleri'nin birbiri peşi sıra gelebileceği yönünde bir ümit doğurduğu gerekçesiyle çağdaş dönemde tarihi öneme sahip bir olay olduğunu ifade etmişti. Fakat sonraki gelişmeler, Müslümanlarda büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. Yani, her iki örnekte de, Müslümanlar önce gelecekten ümitvar idiler, fakat daha sonraki gelişmelere bakınca ümitlerinin boşa çıktığı görüldü. Bundan önce de Türklerin Kurtuluş Savaşı'nda benzer bir durumla karşılaşmıştık. Burada da savaşı Müslümanlar kazandı, fakat nimetlerini laik elitler yediler! Hepimiz biliyoruz ki, İkbal de Türklerin Kurtuluş Savaşı'nı yürekten desteklemişti ve Türk devrimcilerden büyük ümit beslemişti. Fakat laik Türk elitlerin Cumhuriyet'in ilanından birkaç yıl sonra yaptıklarını görünce, o da hayal kırıklığına uğramıştı. Bu noktada, kendimize şu soruyu sormamız gerekir: meydanlarda Müslümanlar başarılı olurken, niçin kurtuluş savaşlarının ardından siyasal gücü laik elitler ele geçirdi? Bana göre, basit cevap şudur: düşüncenin okullaşması noktasında Müslümanlar yetersiz oldukları için! Bir mücadele, öncelikle zihinde kazanılmadıkça, gerçek manada da kazanılamaz. Bizim yenilgimizin nedeni budur. Keza, kadroları samimi Müslümanlardan oluşan İslam Devrimi'nde de benzer bir problemle karşı karşıyayız. Yani bu örnekte de düşüncenin okullaşması bağlamında karşılaştığımız zorluklar ve sıkıntılar vardır. Dünya Müslümanları, Devrim'in ilk yıllarında, örneğin Müslümanlar arasındaki ayrılıkçı çatışmaların ortadan kaldırılması noktasında Devrim'den ümitvar olsalar da, son zamanlarda, geleneksel Şia-Sünni ihtilafının yeniden nüksettiğini gözlemliyoruz. Bana göre, bu da düşüncenin okullaşamaması nedeniyledir. Eğer düşünce okullaşabilseydi, inanıyorum ki, Sünni Müslümanlar bile Devrim'e bağlılığın ilan edilmesi noktasında kayıtsız kalamazlardı.↩ [Metne Dön]

Evet, işte tam da bu nedenle, Ali Şeriati'nin Çağdaş Müslüman Düşünce'ye katkısı konusunun gündeme geldiği her fırsatı değerlendirmeyi kendime bir borç biliyorum. Bu sempozyuma katılma nedenim budur. Bugün burada akademik kariyer yapmak veya buna benzer bir gaye için bulunmuyorum. Sizlere bir akademisyen olarak değil, Ümmet'in mütevazi bir ferdi olarak, Şeriati hakkındaki düşüncelerimi ve çağdaş dönemde karşılaştığımız ‘büyük' sorunlarımızla ilgili naçizane görüşlerimi sizlerle paylaşmak için burada bulunuyorum

Şeriati'nin görüşlerine gelince, şunları söyleyebilirim: Bana göre, onun en dikkat çekici yönü, sorunlarımızın çözümüne dair yapmış olduğu gözlemdir (ve her şeyden çok bu nokta üzerinde durmamız gerekiyor). Bunu şöyle ifade edebiliriz: “gerçek değişim, aşağıdan başlar, tepeden değil!” Başka bir ifadeyle, “dünyayı değiştirmek için, önce Düşüncede Devrim'i gerçekleştirmeliyiz.” Bunu, Şeriati düşüncesinin ayırt edici vasfı olarak görebiliriz. Bence, Şeriati, “Biz ve İkbal” kitabını da, bilinçli bir şekilde bu fikri ihsas ettirmek için yazmıştır. Bunu bilinçli bir şekilde yapmıştır, çünkü o, İkbal'i, çağdaş dönemde bu yaklaşımın simgesi olarak görüyordu. Bilebildiğim kadarıyla, Şeriati, bu konuda haklıdır da. Zira biliyoruz ki, İkbal ile Şeriati bu noktada aynı şeyleri düşünüyorlardı. İkbal'e göre, dünyayı değiştirmeye çalışmadan önce ‘Ego'nun (yani Benliğin) güçlendirilmesi veya güçlü bir kişiliğin inşası gerekir. Onun “dini düşüncenin yeniden inşası”na öncelik vermesinin nedeni budur. Ben de böyle düşünüyorum. Düşüncede Devrim gerçekleşmeden, siyasette, toplumda ve yaşamda bir devrim yapılamaz. Ve eğer böyleyse, o zaman kendimize şu soruyu sormamız gerekir: İslam Devrimi'nin gerçek yapıcısı kimdi? Devrimci kadrolar mı, yoksa ‘Devrim'in İdeoloğu' olarak tarif edilen kişi mi? Kuşkusuz, devrimci kadroların Devrim'in başarısında büyük rolü vardır, ama teslim etmemiz gerekir ki, İran'da “dünyayı değiştiren”, ‘Sorumlu Aydın'dır, yani Ali Şeriati'dir! Kabul etmeliyiz ki, eğer İran'da daha önce bir Düşüncede Devrim gerçekleştirilmiş olmasaydı, Siyasal Devrim de gerçekleşmezdi. Evet, Ali Şeriati, Devrim'in ideologudur ve devrimler, kuşkusuz ideologlar tarafından yapılırlar! Onun, konferanslarında veya kitaplarında defalarca söylediği gibi, önce Sorumlu Aydın Düşüncede Devrim'i gerçekleştirir, ardından devrimci kadrolar fiili mücadeleyi örgütlemek için ortaya çıkarlar ve nihayet siyasette devrim gerçekleşir. Eğer bu doğruysa, kabul edilmelidir ki, İslam Devrimi veya İran halkı (yahut da Ümmet), Ali Şeriati'ye çok şey borçludur.

Bitirirken, bir konuya daha kısaca değinmek istiyorum. Hatırlayacağınız gibi, Devrim'in halihazırdaki lideri Ali Hamaney, 1986 yılında Tahran'da yapılan Birinci Uluslararası İkbal Sempozyumu'ndaki konuşmasında, “İslam Cumhuriyeti, İkbal'in rüyasının tecessüm etmiş halidir” demiş ve eklemişti: “bizler, İkbal'in gösterdiği yolda yürüyoruz.” Şimdi, sunumumun sonunda, şunu söylemek isterim: “eğer bu doğruysa, o zaman İran İslam Cumhuriyeti Şeriati'nin rüyasının tecessüm etmiş hali, İran halkı da Şeriati'nin gösterdiği yolda yürüyen insanlar olmalıdır.” Peki, öyle mi? Bana göre, öyle olmalı, çünkü Şeriati, İkbal'de kendi suretini görüyordu! Bu yüzden, tam da bu noktada şu soruyu sormak isterim: “eğer İran İslam Cumhuriyeti, Şeriati'nin rüyasının tecessüm etmiş haliyse, bizler niçin şimdi burada Şeriati üzerine ‘ilk' uluslararası sempozyumu düzenliyoruz da, ikinci, üçüncü veya daha doğru bir ifade ile, 36. uluslararası sempozyumu düzenlemiyoruz?! Gelin, bu soru üzerine ciddi olarak düşünelim ve eğer gerekiyorsa, kendimizi en şiddetli bir şekilde eleştirelim. Daha önce söylediğim gibi, Ali Şeriati, büyük bir entelektüeldir ve Çağdaş Müslüman Düşünce'ye büyük katkıları olmuş biridir. Ona hak ettiği değeri vermeliyiz. Şunu da unutmamalıyız ki, onu ne kadar çok hatırlarsak, onu o kadar iyi anlarız.

Değerli dinleyiciler,

Ben bir Sünni Müslümanım ve Şeriati de bir Şii Müslümandır. Burada hiçbir sıkıntı görmüyorum. Tersine, bu çeşitliliğin bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Ve itiraf etmeliyim ki, ben onun fikirlerine büyük sempati besliyorum. Dahası, tıpkı onun İkbal'de kendi suretini gördüğü gibi, ben de birçok açıdan onda kendi suretimi görüyorum!

Her neyse, bu kısa (!) sunumdan sonra, sanırım, “Biz ve Şeriati” başlıklı makalemde neden bahsettiğim yeterince anlaşılmıştır. Benim şu an burada söyleyebileceklerim bunlardan ibaret. Detaylar için lütfen orijinal makaleme bakınız. 

İlgi gösterip dinlediğiniz için çok teşekkür ediyorum.
↩ [Metne Dön]

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16