Talebe: … Hakkı tavsif eden fakat muhalifinin zulüm ve haklılığını bilmeyen kimse için ne dersiniz? Bu o kimse için caiz olur mu? O kimsenin hakkı bildiği yahut hak ehli olduğu söylenebilir mi? Bu hususu açıklayın.
Alim (r.a.): O kimse hakkı tavsif edip muhalifinin haksızlığını bilmediği zaman adli de, zulmü de bilmiyor demektir. Ey kardeşim, bil ki bana göre bütün zümrelerin en cahili ve en kötüsü, şüphesiz bu kimselerdir. Onların durumu kendilerine beyaz bir elbise getiren ve rengi sorulan dört kişinin durumuna benzer: Bu dört kişiden birisi “bu bir kırmızı elbisedir” der. Diğeri “bu bir sarı elbisedir” der. Üçüncüsü ise “bu bir siyah elbisedir” der. Dördüncüsü de “bu elbise beyazdır” diye cevap verir. Bu sonuncuya önceki üç kişinin hatalı mı, yahut isabetli mi olduğu sorulduğunda, “şüphesiz ki, ben elbisenin beyaz olduğunu biliyorum. Fakat onların da doğru söylemiş olmaları mümkündür” der.
…
Talebe: Eğer Allah, mü’mine her şeyden daha sevgili ise, niçin mü’min O’na isyan ediyor? Seven, sevdiğinin emrine isyan eder mi?
Alim (r.a): Evet; çocuk babasını sever, fakat bazan da ona âsi olur. Mü’min de böyledir her ne kadar isyan etse de, Allah ona her şeyden daha sevgilidir. Şehvet, zahir ve galiptir, bir çok şiddetli arzular üstün geldiği için, mü’min Allah’a âsi olur. Bir sultanın işini yapan vazifeli kimse, eşini terk ederse karşılığında çeşitli işkenceler görür. Fakat serbest bırakılınca, eğer gücü yeterse işine döner. Keza kadın, doğum esnasında en büyük sıkıntılarla karşılaştığı halde, aradan zaman geçip iyi olunca çocuk istemesi bunun misalidir.
Talebe: Şehvetin galip gelmesi hususunu belirtiyorsunuz. Zira, bir çok âbid kişiler vardır ki, şehvet onları sarsmıştır. Fakat günahkâr mü’min, günah işlerken, işlediğinden dolayı hesaba çekileceğini biliyor mu? Bunu açıklayın.
Alim (r.a.): Mü’min irtikap ettiği günahı, azaba çekileceğini bilerek işlemez. Fakat işlediği günahı ya Allah’ın affedeceğini ümit ettiği için veya hastalık ve ölümden önce tevbe edeceğini umduğundan dolayı işler.
Talebe: Kişi azaba uğrayacağından korktuğu bir şeyi işlemeye teşebbüs eder mi?
Alim (r.a.): Evet, kişi kendisinden korktuğu yiyecek, içecek, harp, deniz yolculuğu vs. gibi şeylere yönelir. Eğer insan için, batmadan kurtulmak ümidi olmasaydı hiçbir zaman deniz yolculuğu yapmazdı. Yahut zafer ümidi bulunmasaydı, hiçbir zaman harbetmezdi.
Talebe: Doğru söylediniz. Ben kendimden biliyorum. Zararlı bir yiyecek yediğim zaman pişman olup bir daha o yiyeceği yememeye karar veriyorum, ama onu görünce de sabredemiyorum. Fakat acaba küfür nedir?
Alim (r.a.): Küfrün ismi ve açıklaması vardır. Küfür, inkar ve yalanlama manasıyla açıklanır. Küfür, Arapça bir kelimedir. Araplar, küfür kelimesini, inkar manasında koymuşlardır. Allahu Teala da kitabını Arapça inzal etmiştir. Mesela, bir kimsenin diğerinde, birkaç dirhem alacağı varsa, zamanı gelince alacak-borç muamelesi bitirilir. Eğer borçlu borcunu kabul edip de ödemezse, alacaklı Arapça’da “mâlatanî=benden mühlet istedi” der, fakat borçlu borcunu red ve inkar ederse “kâferenî=inkar etti” der ve bir önceki kelimeyi kullanmaz. Keza mü’min de red ve inkar etmeksizin, bir farizayı terk edince günahkar olarak isimlendirilir. Eğer, farizayı inkar ederek terk ederse, bu takdirde kafir ve Allah’ın farzlarını inkar eden kimse diye isimlendirilir.
…
Talebe: “Mü’min zina edince, başından gömleğin çıkarıldığı gibi, imanı da çıkarılır, sonra tevbe edince iman kendisine iade edilir” hadisini rivayet eden kimseler için ne dersiniz? Eğer tasdik ederseniz Haricilerin prensiplerini kabul etmiş olursunuz. Onların görüşlerinden şüphe ederseniz, Haricilerin prensiplerinden de şüpheye düşmüş ve ifade ettiğiniz haktan rücu etmiş olursunuz. Eğer, ravilerin sözünü tekzip edecek olursanız, onlar da sizi Hz. Peygamber’in sözünü yalanlamış olmakla suçlarlar. Çünkü onlar, Hz. Peygamber’e ulaşıncaya kadar, bu hadisi muteber kişilerden nakletmişlerdir.
Alim (r.a.): Tekzip etmek, ancak “Ben Hz. Peygamber’in sözünü yalanlıyorum” diyen kimsenin yalanlamasıdır. Lakin bir kimse “Ben Hz. Peygamber’in söylediği her şeye iman ederim, fakat o kötülük yapılmasını söylemedi. Kur’an’a da muhalefet etmedi” derse, bu söz o kimsenin, Hz. Peygamber’i ve Kur’an-ı Kerim’i tasdik etmesi, Allah’ın Resulünü, Kur’an’a muhalefetten tenzih etmesidir. Eğer, Hz. Peygamber, Kur’an’a muhalefet etse ve Allah için hak olmayan şeyleri kendiliğinden uydursa idi, Allah onun kudret ve kuvvetini alır, kalp damarını koparırdı. Nitekim bu husus Kur’an’da şöyle belirtilir: “Eğer peygamber söylemediklerimizi bize karşı, kendiliğinden uydurmuş olsa idi, elbette onu kuvvetle yakalar, sonra da kalp damarını koparıverirdik. Sizin hiç biriniz de buna mani olamazdı.” Allah’ın peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez. Allah’ın kitabına muhalefet eden kimse de Allah’ın peygamberi olamaz. Onların rivayet ettikleri bu haber Kur’an’a muhaliftir. Çünkü Allah, Kur’an-ı Kerim’de “zina eden kadın ve erkek” ayetinde zani ve zaniyeden iman vasfını nefyetmemiştir. Keza “sizden fuhşu irtikap edenlerin her ikisini de” ayetinde Allah ‘sizden’ kaydı ile Yahudi ve Hıristiyanları değil, Müslümanları kastetmektedir. O halde Kur’an-ı Kerim’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Hz. Peygamber’i reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına batılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye racidir. Hz. Peygamber’in söylediğini duyduğumuz yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resulü’nün söylediği gibi olduğuna şehadet ederiz. Keza Hz. Peygamber’in, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mani olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehadet ederiz ki, O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allahu Teala “Kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur” buyurmaktadır.
Kaynak: İmam-ı Azam’ın Beş Eseri, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 1992, s.11-25.