Kürşad Atalar
BÖLÜM I
İlk oturumun son sunumu ise Mahdi Ahouie'ye aitti. Filistin'deki adaletsizliklere karşı İran'ın Devrim'den sonraki faaliyetlerini anlatan bildiri fazlasıyla sıkıcıydı ve hemen yanımda oturan babacan tavırlı ve yaşı ilerlemiş İranlı tebliğci, sunum henüz bitmeden homurdanmaya başladı. Çünkü tebliğ sahibi, lafı gerçekten çeviriyor, dolaştırıyor ve bir neticeye bağlamıyordu. Bu tür sunumlara akademik terminolojide ‘betimleyici' çalışma denir ve genellikle beğeni almaz. Çünkü sadece olan-biteni tasvir etmekle yetinen bu tür metinler ‘analitik' olmadığı için okuyucuya fazla bir şey vermez. Tebliğ sahibi, hem sözlerini bir türlü toparlayamadığı, hem de süresini hayli aştığı için, hemen yanımdaki babacan tavırlı İranlı bir süre sonra “ee, ne yani, sonuç ne kardeşim?” diye sesli tepkisini hafiften belli etmeye başladı. Neyse ki, bir tatsızlık yaşanmadı. Daha sonra lobide kendisiyle ayaküstü sohbet de ettik. Söz Tahran trafiğine gelince, ben yanlış bir kelime kullanmış olmalıyım ki, kendisi ‘terrible' (berbat) diyerek beni düzeltti. Bu kişinin tebliği fazla uzun sürmedi. Elindeki notlardan konuşan ve bir ‘akademisyen' olmaktan çok, halktan ve sıradan biri izlenimi veren bu konuşmacı, Amerika'da da öğretim üyeliği yapmış biri idi ve özet olarak şunları söyledi: bazıları bugün Şeriati düşüncesinin artık eskidiğini söylüyorlar. Halbuki Şeriati kendi yaşadığı dönemde üzerine düşeni yapmıştı ve samimi olarak moderniteyi kritize etmişti. Bugün rahat yataklarından ahkam kesenler, önce Şeriati gibi düşünmeyi ve yaşamayı öğrensinler, sonra konuşsunlar.” Evet, tavrına yansıyan babacanlık, bu kişinin sunumuna da yansıdı. Fakat tabii, sonuçta sempozyum, bir akademik kurum olan Enstitü'de düzenlendiği için, babacan tavırlı bu İranlı'nın tespitleri, olumlu tepki almakla birlikte, fazla da tartışılmadı.
Öğleden sonraki ikinci oturumda da ülke dışından gelen tebliğciler ‘akademik' sunumlarını yaptılar. Tabiatıyla modern akademinin çalışma ve üretim kurallarını Batılılar belirlediği için, ‘bilimsel' kriterlere uygun olarak yapılan bu sunumların Şeriati düşüncesini ne denli kavrayıp değerlendirebildiği tartışmaya açıktır. Dinleyebildiğim ve özetlerinden de okuyabildiğim kadarıyla, bu tebliğciler, kendi alanlarında ‘bilimsel' üretim yapmak adına Şeriati Sempozyumu'na katılmışlardı (mesela, Teo Lee Keen'in konuşması, “Ali Şeriati ve Ahlaki Hümanizm: Siyahilerin Olumlanmasından Kızılların Olumsuzlanmasına” başlığını taşırken, Eric Goodfield “Şeriati, Aydınlanma ve Karşılaştırmalı Siyasal Düşünce İçin Evrenselin Geri Dönüşü” adlı bir sunum yaptı). Dolayısıyla da, sunumları, Şeriati'nin duygu ve hissiyatını anlamaya yönelik değildi. Ama tabii ki, sempozyum sonuçta ‘bilimsel' kriterlere uygun bir faaliyet olarak organize edilmişti ve böylesi organizasyonlarda bu tür tebliğlerin sunulması doğaldır. Bendeniz, bu sunumların bariz ‘akademik' karakterini bu şekilde yorumlamayı daha doğru görüyorum. Eğer organizasyon bir sivil inisiyatif tarafından yapılmış olsaydı, ‘ideolojik' sunumların sayısı daha fazla olabilirdi. Nitekim Türkiye'de yapılan Ali Şeriati Sempozyumu'nda bu türden sunumların daha çok olduğunu biliyoruz. Bu, biraz da, organizeyi yapan kurumun amaçlarıyla ilgili bir şeydir. Tahran'daki sempozyumu organize eden kurum, bilimsel bir ‘enstitü' idi; sunumlar da o nedenle çoğunlukla ‘akademik' karakterli oldu.
Otel odamdan Tahran'ın görünüşü
Öğle oturumundaki sunumların ardından, yine lobide ayak üstü sohbet ederken, içerden Javad Miri hızla çıkageldi ve sabah yapılan tartışmanın devam ettiğini ve içerden tartışmaya benim de dahil olmam için talep geldiğini söyledi. Tekrar oturum salonuna girdim; özellikle de Farid Alatas'ın itirazı üzerine konu yine ele alınmış ve Şeriati'nin ‘ideolog' olarak nitelendirilmesinin bazı sakıncaları olabileceği ifade edilmiş. Ben girdiğimde 2-3 konuşmacı daha, Şeriati'nin ‘ideolog' olarak nitelendirilmesine itirazlarını ifade ettiler. Ben sadece dinledim ve hiçbir şey söylemedim. Çünkü tartışma farklı bir zeminde yürümüyor ve sadece tekrarlar oluyordu. Kendi görüşlerimi daha önce özetle ifade etmiş olduğum için (Farsça konuşanların sözlerini de çok iyi anlayamadığımdan), bu tartışmaya dahil olmadım. Ama konunun yeniden ele alınmış olması şunu gösteriyordu. Sempozyuma katılan davetlilerin bir bölümü, belli ki, Şeriati'nin ‘akademik' yönünün öne çıkarılmasından yanaydılar ve bunun nedenini anlamak da zor değildi! Ama azınlıkta olsa da İranlı tebliğcilerden Şeriati'nin ‘ideolog' olarak nitelendirilmesi gerektiği hususunda ısrarcı olanlar da vardı. Tartışmanın bitiminin ardından bunlardan biriyle kısa bir sohbet gerçekleştirdik ve daha sonra internet üzerinden görüşmek üzere mail adreslerimizi birbirimize verdik. Fakat İngilizcesi çok iyi olmadığından olsa gerek, kendisiyle sonrasında irtibat kuramadım. Kendisine mail atmama rağmen geri dönüşü olmadı.
Sempozyumun 2. günü, konuşmaların tümü Farsça olduğu için, katılımımın benim açımdan çok yararlı olmayacağını düşünerek, Javad Miri'ye 2. gün oturumlarına katılamayacağımı bildirdim ve Zeynel ve İbrahim ile birlikte Enstitü'den ayrıldık. Bir saatlik uykuyla ayakta durduğum ve sempozyum süresince de epeyce yorulduğum için, arkadaşlarıma otele geçip istirahat etmek istediğimi ifade ettim. Sağ olsunlar kendi araçlarıyla beni otele bıraktılar ve ben odama girip başımı yastığa koyar koymaz uyumuşum!