Analiz

İRAN İZLENİMLERİ

Kürşad Atalar

BÖLÜM I

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

Tahran İzlenimleri

Sabah kalkınca, otel odamın penceresinden Tahran'ın nasıl göründüğünü merak ederek dışarı baktığımda, bir önceki gece şehri kaplayan sisin biraz olsun açıldığını gördüm. Tahran'a ayak bastığım gece sis yoğundu; fakat bu, kış aylarında Tahran'ın klasiklerindenmiş. Bereket versin ki, o sabah sis biraz dağılmıştı; çünkü yağmur yağıyordu. Tahran, araçların (özellikle de motosikletlerin) yoğun olduğu, büyük bir şehir. Nüfusu da İstanbul'unkine yakın. Özellikle de motosikletlerin kış aylarında hava kirliliğine neden olduğu söyleniyor. Tabii ki coğrafi şartların da etkisi var. Tıpkı Ankara gibi, etrafı dağlarla çevrili (özellikle de Elbruz ve Demavend Dağları'nın bunda etkisi büyük.) Coğrafi konumu itibarıyla, şehri büyük bir çanak olarak düşünmek mümkün. Soğuk hava, kış aylarında genellikle yükselemediği için, çanağın içine çöküyor. Bu da meteoroloji dilinde ‘terselme' olarak ifade ediliyor. Kış aylarında görülen hava kirliliğinin önemli bir nedeni bu. Tabii ki asıl etken bu değil. Belki daha önemli bir etken, büyük şehirlerde araçlardan veya fabrikalardan havaya bırakılan gazlar. Terselmenin olduğu günlerde havanın sirkülasyonu (doğal veya doğal olmayan yollardan) sağlanamadığı sürece, hava kirliliğinin önüne geçmek zordur. Tahran'da kaldığım birkaç gün içerisinde, sokaklarda yüzünde maskeyle gezen birçok insan gördüm. Yağmur yağması, havada doğal yoldan bir sirkülasyon olduğu anlamına geldiği için, benim gibi, o gün gezi planı olanlar için hava uygundu. Sabah kahvaltımı yapmak için otelin kafeteryasına indim. Otel, özellikle ülke dışından gelen yabancılara hizmet verdiğinden, farklı coğrafyalardan gelenler için farklı tatların bulunduğu ayrı lokantaları vardı. Mesela bir ‘Ortadoğu lokantası', bir ‘Avrupa lokantası', bir de ‘İran lokantası' vardı. Ben tabiatıyla Ortadoğu lokantasını tercih ettim! Kahvaltı self-servisti, ama menü ve hizmet, Türkiye'deki standart 5-yıldızlı otellerinkinden iyiydi. Bunu da normal karşılamak lazım; çünkü otel, bir anlamda, ülke dışından gelenlere ‘kültür' hizmeti de veren bir yerdi.

Kahvaltıdan sonra, şehri gözlemlemek için, tek başıma Tahran sokaklarında yürümek istedim. Çünkü yürüyerek gezmek, şehri tanımak noktasında, daha yararlı olabiliyor. Kaldığım otel, şehrin en büyük caddelerinden Keşaverz Bulvarı üzerindeydi. Bu cadde, Ankara Kızılay'daki Atatürk Caddesi'ne benziyor. Cadde kenarındaki binalar modern tarzda inşa edilmiş. Yalnız caddenin her iki kenarında kaldırımların yanında, yaklaşık yarım metre genişliğinde ve bir metre eninde üstü açık oluklar var (bu ölçüler, caddenin uzanımına göre azalıp çoğalabiliyor; hatta ara sokaklarda bile bu oluklardan var). Bunlar, yağan yağmurun hem cadde trafiğini olumsuz etkilememesi hem de sulama amaçlı olarak kullanılıyor. Bence iyi düşünülmüş bir sistem. O gün yağmur hafif yağdığı için, sistemin iyi çalışıp çalışamadığını fazla gözlemleme imkanım olmadı, ama şiddetli yağmurlarda, şehrin sorununu bir nebze olsun çözebileceği açık. Caddeyi geçip ara sokaklardan, Lale Parkı'na doğru yol alırken, tabiatıyla, gözlerim, Devrim yapmış bir ülkenin başkentinde Devrim'in emarelerini aradı. Bu bağlamda ilk dikkatimi çeken, yapılaşma idi ve bunun baskın şekilde ‘modern' olduğunu söyleyebilirim. Aslında modern dönemde, Batılı olsun, Doğulu olsun, bütün ülkelerin başkentlerinde aşağı yukarı aynı silüet karşımıza çıkıyor. Çünkü bu çağ, adı üstünde ‘modern' çağdır ve bunu en iyi yansıtan şeylerden biri de, başkentlerdeki yapılaşma tarzıdır. Dünyanın her yerinde, çok istisnai bazı ‘geleneksel' şehirler dışında, bu görüntünün çok farklı olmadığını görüyoruz. Çünkü yapılaşmada kullanılan bilgi ve teknikler ile ‘şehrin ihtiyaçları' olarak görülen şeyler, aşağı yukarı aynıdır. Modernleşme, bütün dünyada olduğu gibi, Müslüman Dünyası'nda da etkili oldu ve bunu en iyi şehirlerin silüetinde görebiliyoruz. Tahran sokaklarında yürürken, ilk dikkatimi çeken şehrin bu ‘modern' görünümü oldu. Tabii, Devrim'in üzerinden henüz 30 küsur yıl geçmişken, şehrin silüetini tümüyle değiştirmek elbette ki mümkün değildir. Bunun istenip-istenmediği ya da yapılıp-yapılamayacağı da ayrı bir tartışma konusu ama devasa yapısıyla Tahran'ın silüetini farklı bir çehreye büründürmek kolay bir iş değildir. Bunu yapmak yerine, şehri başka bir yerde yeniden kurmayı düşünmek belki daha uygun bir seçenek olabilir! Sokakta gezerken, yapılaşmanın, trafikteki araçların, insanların giyim kuşamlarının vs. kalitesinin ise, ilk bakışta, Türkiye standartlarından düşük olduğunu söyleyebilirim. Daha sonra tanıştığım ve İran'da uzun yıllar kalan bir Türk tüccarın deyimiyle, İran, ekonomik zenginlik vs. açısından, Türkiye'den en az bir 30-40 yıl gerisinde. Benim gözlemlerim de bu değerlendirmeyi doğruluyor.

Tahran caddelerindeki su arklarına bir örnek

Lale Parkı'nın girişi

Yürürken, üzerinden 36 yıl geçen Devrim'in sokaktaki insanı nasıl değiştirdiğine dair ise daha dikkatli gözlemler yapmaya çalıştım. Görebildiğim kadarıyla, sokaktaki insan, Türkiye'dekinden çok farklı değil. Devletin resmi uygulamasının etkilerini her ülkede görmek mümkün ve Tahran'da da İran İslam Cumhuriyeti'nin propaganda amaçlı uygulamaları rahatlıkla görülebiliyor. Fakat bunların halk üzerinde çok etkili olup olmadığı tartışılır. Burada özellikle kadınların giyim-kuşamları noktasında bir değerlendirme yapmak yerinde olur. Çünkü İran'ın bir ‘İslam Devleti' olup-olmadığı tartışmasında ‘zorunlu tesettür' uygulaması ülke içinde ve dışında çok tartışılıyor. Tahran sokaklarında Türkiye'deki gibi ‘tesettürlü' bayan sayısı çok az. Büyük bir çoğunluk, özellikle de, yaşı daha genç olanlar, başlarının üzerine üstünkörü bir örtü atıyorlar. Türkiye'de bunu yapanların ‘mütesettir' olarak adlandırılması mümkün değil. Bu, bizde daha çok Kayseri-tarzı denilen usule benziyor. Hatta birçokları onu bile yapmıyor! Kızlar da dahil olmak üzere, kot vs. türünden dar giyim gençler arasında yaygın. İran'da zorunlu tesettür uygulaması, hükümetin ‘ılımlı' veya ‘sert' olmasına göre, değişebiliyor. Benim İran'da bulunduğum dönemde ‘ılımlı' Ruhani iktidarda olduğu için, tesettür uygulamasının görece gevşetilmiş olduğu söyleniyordu. Bu yüzden olsa gerek, sokaklarda, tek tük de olsa, (Türkiye'deki tesettürlü olma standartlarıyla karşılaştırıldığında) ‘açık' sayılabilecek bayanlara rastlamak da mümkün oluyordu. Kadınlarla ilgili ikinci bir gözlemim de, makyajın çok koyu yapılması. Ama bu daha çok, zoraki başına örtü almış olanlarda görülüyor. Çador vs. giyenler de bu genellikle yok. Erkeklerde ise, sanki hiçbir kısıtlama yok gibi. Çünkü gençler, giyim-kuşam (ve hatta davranış olarak dahi) Türkiye'deki her hangi bir büyük şehirdeki gençlere çok benziyor. Fakat İran'da kalmış olduğum birkaç gün içerisinde, genç olsun yaşlı olsun, kadınların ‘göz ile rahatsız' edilmemesi noktasında belirgin bir hassasiyet olduğunu gördüğümü de söylemeliyim. Bu, kültürden de, yasaklamadan da kaynaklanabilir. Ama bu açıdan bakıldığında, İran'ın, kadınların sokakta (gözle dahi) taciz edilmeden rahat gezebildikleri bir ülke olduğunu söyleyebilirim.  

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16