Kürşad Atalar
BÖLÜM I
Lale Parkı, Tahran'ın merkezinde bulunan, büyükçe ve bakımlı bir yeşil alan. Konumlanışı açısından, Ankara'daki Güven Park gibi düşünülebilir. Birkaç kapısı var ve tamamının yürüyerek gezilmesi epeyce zaman alıyor. Ben, Zeynel'in tavsiyesini dinleyerek, vaktim de olduğu için, parkın neredeyse tümünü gezdim ve şunu gözlemledim. İranlılar, parklarına bizimkilerden daha çok ihtimam gösteriyor! Örneğin banklarda yazı, çizik vs. yoktu. Eski bir park olmasına rağmen, ağaçlar vs. bakımlıydı. Dikkatimi çeken üç şey ise, genişçe bankların içerisinde herkese açık masa tenisi ve tavla masalarının olması ve parkın her yerinde karşınıza çıkan sevimli kedilerdi. Sabah saatleri olmasına rağmen, genç usulü mütesettir iki bayan masa tenisi oynuyordu ve ricam üzerine görüntü almama da izin verdiler. Bu kareler, özellikle de Batı medyasında İran'a dair çıkan kara çarşaflı kadınların oluşturduğu ‘itici' görüntülerden farklı, ‘sempatik' bir İran görüntüsü sunuyordu. Tavla ve satranç masaları ise, parklarda bulunan genişçe bankların içindeydi. Yere sabitlenen bu banklar üzerine tavla kutularının ve satranç tablolarının şekilleri çizilmişti. Dikkat çekici olan, hiç birinin çizilmemiş veya boyanmamış olmasıydı. Ankara'da herkese açık Güvenpark'ta böyle bir banket olsa, çizilmeden veya boyanmadan kaç gün kalabilir, bilemiyorum. Üstelik Lale Parkı'nı gezerken, gözüme takılan herhangi bir park görevlisi de olmadı. O vakit şöyle düşündüm: İranlılar kendi değerlerini koruma konusunda bizden herhalde daha iyi durumdalar! Parkın ana giriş kapılarının önünde bulunan Biruni ve Ömer Hayyam heykellerini görünce, bunu daha iyi anlamak mümkün oluyor. İran'da ‘kültürel' değerlerin korunması noktasında belirgin bir hassasiyet olduğuna dair başka gözlemlerim de var. Bunların bir kısmını da İsfahan ziyaretimde tecrübe ettiğimi ifade etmeliyim. Türkiye'de ‘devlet zoru' ile yapılmaya çalışılan bazı şeylerin, İran'da ‘sivil duyarlılık' ile halledilmiş olduğu söylenebilir. Parktaki kedilerin sevimliliği ise gerçekten dikkat çekiciydi. Rahatsız edilmedikleri veya canhıraş şekilde yiyecek arama ihtiyaçları olmadığı için olsa gerek, dikkat çekici biçimde sakin hareket ediyorlar ve insanlardan kaçmıyorlardı. Sevimli kedilerin sakince tavırlarının, Lale Parkı'ndan hatırımda kalanlar arasında olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Lale Parkı'nda sevimli İran kedisi
Lale Parkı'nda tavla masaları
Lale Parkı'nda masa tenisi oynayan İranlılar
Lale Parkı'ndan bir başka görüntü: Biruni heykeli
Hayli serin bir Aralık günü, hafif yağmur altında Lale Parkı'nı gezdikten sonra, otele dönmek için tekrar Keşaverz Caddesi'ne çıktığımda ise, ilginç bir olay yaşadım. Yolda yürürken, bir yandan da etrafa bakıyor ve Tahran'ın merkezi caddelerinden birinde ne tür binalar olduğunu gözlemlemeye çalışıyordum. ‘Modern' bir şehir olduğu için, tabiatıyla, cadde üzerinde resmi binalar, bankalar, iş yerleri vs. çok var. Birden gözüme Farsça'nın yanında ismi İngilizce de yazılmış olan Dünya Ehl-i Beyt Merkezi'nin binası ilişti. Amacı, yerküre üzerindeki bütün Şiiler arasında dayanışmayı artırmak olan bu organizasyonun ana binasını turistik değeri var diye görüntülemek istedim. Çünkü birkaç saattir, gerek sokaklarda gerekse Lale Parkı'nda cep telefonuma ilginç gördüğüm karelerin kaydını alıyordum. Ben caddenin karşı tarafında bulunuyordum ve birden binanın önünden sivil iki genç koşarak yanıma geldiler ve sert tavırlarla ne yaptığımı vs. sordular. Ben de İngilizce olarak turistik amaçlı görüntü alıyorum filan dedim. Gençler İngilizce bilmedikleri için, başta anlaşamadık. Ama tavırları sert idi ve önce pasaportumu vs. sordular. Ben Türk olduğumu, pasaportumun yanımda olmadığını, bir sempozyuma katılmak için birkaç günlüğüne Tahran'da bulunduğumu, vs. söyledimse de, ikna olmadılar. Bereket versin ki, Espinas Hotel'in oda kartı yanımdaydı. Otelin (bizdeki Sheraton veya Hilton gibi düşünülebilir!) yurtdışından gelen ziyaretçilerin kaldığı bir yer olduğunu bildikleri için olsa gerek, kart üzerinde otelin amblemini görünce, tavırları yumuşadı ve bu kez biraz daha yumuşak ifadelerle cep telefonumdaki görüntüleri silmem gerektiğini söylediler. Tek tek Merkez'e ait görüntülerin hepsinin silindiğinden emin olduktan sonra, yanımdan ayrıldılar. Bu olay, ‘küresel' ölçekte Şiiler arasındaki dayanışmayı (belki de örgütlenmeyi) artırmak amacıyla çalışan bu merkezin, Tahran'ın en işlek caddelerinden biri üzerinde olmasına rağmen, özel olarak ‘korunan' bir bina olduğunu kanıtlıyordu. Öyle anlaşılıyor ki, İran'daki rejim (veya rejimin içindeki bir güç, örneğin ‘gizli devlet') bu merkezin faaliyetlerinin (hatta bulunduğu yerin bile!) ülke dışında bilinmesini istemiyor. Çünkü belli ki bu iki genç, bu amaçla etrafı gözetleyen ve özel olarak bununla ‘görevli' kişilerdi. Yoksa gündüz vakti, cadde ortasında, sivil giyimli olarak, bir ‘turist'in cep telefonundaki görüntüleri silmesini isteme cesaretini kendilerinde bulamazlardı. İran'da rejimin, ülke dışında Şiiliği yayma girişimleri olduğunu bilmeyen yoktur. Nitekim ben, bizzat Türk Sünni olduğu halde, daha sonra Şiiliği tercih etmiş kişiler tanıyorum. Bunların çoğu, önceden ‘radikal' İslamcı olarak bilinen kişilerdi, ancak daha sonra, Şiiliğin ‘hak' mezhep olduğu (ve Sünni dünyada da bir devrim yapılacaksa, bunun ancak Şii olmakla mümkün olabileceği) inancıyla mezhep değiştirdiler. Bu kişiler, büyük şehirlerde açılan ‘mescid' türü yerlerde toplanıp çeşitli faaliyetler de yapıyorlar. Hatta bir vesile ile kendisiyle konuştuğum bu kişilerden biri, büyük şehirlerde bu türden ‘yeni' açılan yerlerin sayısını övünerek söylemiş ve bunların sayısının giderek arttığını da sözlerine eklemişti. Dünya Ehli Beyt Merkezi'nin bu tür yerlerin organizasyonu ile ilgilenip ilgilenmediğini bilmiyorum ama Sünni dünyada bu tür bir ‘misyonerlik' faaliyetinin desteksiz yapılacağını düşünmenin fazla saflık olacağı da aşikardır. Tahran'da yaşadığım olay, Merkez'in faaliyetlerini ‘gizli' olarak yürüttüğünün bir kanıtı olarak alınabilir mi bilmiyorum, ama bende bu yönde bir hissiyat uyandırdığını rahatlıkla söyleyebilirim.
Otele gelmeden önce, görmek istediğim yerlerden biri de kitapçıların bolca bulunduğu cadde idi. Burada birkaç kitapçıya girip çıktım; Ankara'daki Dost veya Akçağ Kitabevi'ndekine benzer bir sistemle çalışan nezih bir kitapçıdan, ‘Tahran Hatırası' olarak, Gazali'nin Farsça ve Arapça metinli Tehafüt'el Felasife'sini ve Şeriati'nin Biz ve İkbal kitabının Farsça'sını aldım. Büyükçe bir mekana sahip olmasına rağmen, kitabevinde İngilizce kitaplar azdı. Görebildiğim kadarıyla, Tahran'da İngilizce kitaplara fazla rağbet yok; İranlılar, genellikle kendi dillerinde kitap okuyorlar. Türkiye'de büyük kitabevlerinde en azından bir reyon, yabancı dilde (İngilizce) kitaplardan oluşur. Tahran'da girip-çıktığım kitabevlerinde böyle bir şeye rastlamadım. Bu iyi bir şey midir? Bilemiyorum. Eğer kendi dilinizde, dünyadaki bilgi materyaline sağlıklı bir şekilde ulaşabiliyorsanız, ideal olanı budur. Fakat bu, dünyada olup-bitenden habersiz kalmanıza neden olacak bir şeyse, o zaman da tercih edilebilir bir şey olmadığı açık! İranlılar, kültüre çok önem verdikleri için, bunun ‘bilinçli' bir politika olması ihtimalini daha güçlü görüyorum. Örneğin, bir arkadaşımın verdiği bilgiye göre, İran'daki Büyük Kütüphane'ye o kadar önem veriyorlar ki, onun müdürü olmak, İran'da başlı başına saygınlık ifadesi olarak görülüyor. Hatta eski İran Cumhurbaşkanlarından Hatemi'nin, bir dönem bu kütüphanenin müdürlüğünü yaptığı için siyasete girmesinin kolaylaştığı söyleniyor. Tahran ziyaretimde bu kütüphaneyi de görmeyi istedim. Hatta Zeynel ile birlikte gittik bile. Fakat herkesi içeriye almıyorlar, belirli günlerde o da ancak belirli bölümlerini ziyarete izin veriyorlar. Ülke dışından geldiğimi, kısa bir ziyaret yapacağımı vs. söylememe rağmen, görevlileri ikna etmek mümkün olmadı. Bu kütüphanede dünyaca ünlü (İbni Sina, vb.) isimlerin orijinal eserlerinin nüshaları bulunuyor. Çok arzulamama rağmen, bu ziyareti gerçekleştirememiş olmanın üzüntüsünü hala yaşıyorum.