Kürşad Atalar
BÖLÜM I
Bu yazıda, ilki 14-18 Aralık 2015, ikincisi ise 04-06 Temmuz 2017 tarihinde gerçekleşen İran ziyaretlerimde edindiğim izlenimleri sizlerle paylaşacağım. Ama öncelikle, bazı hususlarda kısa açıklamalar yapmak istiyorum. Malum olduğu üzere, İran, 1979 Devrimi ile dünyanın gündemine oturmuş, köklü bir tarihi ve kültürü olan, Çağdaş Dönem Müslüman Düşüncesi'ne Ali Şeriati ve Ayetullah Humeyni gibi iki ‘sembol şahsiyet' ile katkıda bulunmuş, Devrim'den bu yana Ortadoğu politikaları bağlamında yapıp-ettikleri daimi surette takip edilen, bölgenin önemli ülkelerinden biridir. Hatırlanacağı gibi, Devrim'in ilk yıllarında (özellikle de Devrim'in yıldönümü kutlamalarında) yapılan etkinliklere, çeşitli ülkelerden İslami çalışmalarıyla tanınan isimler davet edilirdi. Benim de şahsen tanıdığım birçok isim (örneğin Ercümend Özkan, Süleyman Arslantaş, Atasoy Müftüoğlu, Cevat Özkaya, vs.) bu vesile ile İran'a gitti ve dönüşlerinde İran ile ilgili izlenimlerini kamuoyu ile paylaştı. Devrim heyecanının yoğun olarak hissedildiği 80'li yıllarda, bu izlenimlerin çoğu, Özkan gibi eleştiri yeteneği gelişmiş çok küçük bir azınlık grup hariç tutulursa, genel olarak ‘olumlu' idi. Gidip-gelenler, neredeyse ağız birliği etmişçesine, Devrim'in İran'da ‘büyük' bir değişimi gerçekleştirdiğini ve Müslüman Dünyası'nın diğer ülkelerinde de aynı yöntemin izlenerek İslam'ın siyasal hayata hakim kılınması gerektiğini ifade ediyorlardı. Eleştirel yaklaşabilenler ise, Müslümanlar açısından ‘siyasi' bir kazanım olmakla birlikte, genel olarak, geleneğin etkisini kırma, özellikle de sahici manada bir İslami bilincin yerleşmesi bakımından Devrim'in yetersiz kaldığı değerlendirmesinde bulunuyorlardı. O yıllarda Batı dünyası, Devrim'in Müslüman Dünyası'nda neden olabileceği gelişmeleri önlemek için canhıraş gayret gösterdiği için, eleştirel yaklaşabilenlerin sesi, doğal olarak, fazla duyulmuyor ya da duyulamıyordu. Birçokları gibi, ben de, o yıllarda Devrim'in siyasi kazanımlarını öne çıkarmayı, ‘zaaf'larını ise fazla dillendirmemeyi daha doğru bir yaklaşım olarak görüyordum (bugün de bu yaklaşımın o dönem için doğru olduğunu düşünüyorum!). Bu hissiyatla, ben de o zamanlar Devrim'i ‘yerinde' görüp, ilk elden bilgi sahibi olmak istiyordum. Ama bu arzum, çeşitli nedenler dolayısıyla, gerçekleşmedi. Ta ki 2015 yılına kadar! Tabii, bu döneme değin, köprünün altından çok sular aktı; dünya değişti ve tabii ki İran da değişti! Aslında değişim çok önceleri başlamıştı. Devrim'in ilk yıllarında, ülkede, genel olarak “Ne Sünni ne Şii, illa İslam” sloganı doğrultusunda bir politika izlense de, sonrasında Şii mezhebinin belirleyici olduğu bir siyasi/hukuksal süreç yaşandı. Humeyni'nin sağlığında, özellikle de uzun süren İran-Irak Savaşı (1980-1988) yıllarında ‘zaaf'lara çok vurguda bulunulmuyordu; çünkü Devrim o dönemde bir ‘varolma' mücadelesi veriyordu. O şartlar altında, ‘iç sorunlar'ı gündeme taşımak doğru olmayacağı (en azından bir ‘strateji' hatası olacağı) için, dünya Müslümanları genel olarak “kol kırılır, yen içinde kalır” mantığıyla hareket ettiler. Ayetullah Humeyni'nin karizmatik liderliğinin ve ‘aşırı' olmayan Şii söyleminin de bunda payı olduğuna kuşku yoktur. Fakat Humeyni, her ne kadar ‘velayet-i fakih' ve ‘takiyye' gibi önemli kavramlarda ‘geleneksel' Şia'dan farklı görüşlere sahip olsa da, sonuçta, mezhebî manada, bir Şii idi. Ülkenin yeni Anayasa'sında Caferiliğin ‘resmi' mezhep olarak ilan edilmesi de geleneğin gücünü gösteriyordu. Devrim sürecinde, kısmi bir gerileme yaşayan ‘mezhebi' eğilim, zaman içerisinde yeniden güçlenmeye, buna paralel olarak da ‘ıslah' ve ‘tecdid' hareketi zayıflamaya başladı. Bu eğilimin bugün de devam ettiğini söyleyebiliriz.
Sempozyum Süreci
İşte benim ilk İran ziyaretim böylesi bir vasatta, 2015 yılında gerçekleşti. Temmuz 2015'te bir gün mail kutuma, İran'da Aralık 2015 tarihinde I. Uluslararası Ali Şeriati ve Beşeri Bilimlerin Geleceği adında bir sempozyum düzenleneceğini ve tebliğ sunmak isteyenlerin de sunumlarıyla ilgili özetlerini acilen sempozyum organizatörlerine göndermeleri gerektiğini bildiren bir e-posta düştü. Gönderen şahsı (Seyed Javad Miri) tanımıyordum ama e-posta İran Sosyoloji Derneği adına gönderilmişti. O gün, bu Enstitü'nün İngilizce web sayfasına girdim ve ‘hızlı' bir araştırma yaptım. Sitede sempozyumla ilgili fazla bir açıklama yoktu; potansiyel katılımcıların seçebilecekleri konu başlıkları, sempozyumun dili ve sempozyumun yapılacağı tarih, yer vs. bilgisi vardı. Başlıklar içerisinde, bana en yakın geleni (ve kalan kısa süre içerisinde daha iyi hazırlanabileceğimi düşündüğüm) “Şeriati ve İkbal Düşüncesinin Karşılaştırması” olarak göründü ve hemen o gün, zaten daha önceki çalışmalarımdan malumatımın bulunduğu bu konuyla ilgili yarım sayfalık bir Özet/Abstract yazdım ve ilgili mail adresine gönderdim. Ertesi gün ‘kabul' cevabı geldi ve önermiş olduğum tez ‘savunulabilir' bulundu. Evet, hep istememe rağmen, Devrim'in o ‘sıcak' günlerinde İran'ı görme imkanı bulamamıştım ama bu kez, başka bir ‘vesile' ile bu şansı yakalayabilecektim. Vesile olan da Ali Şeriati idi! Farklı bir hissiyata kapıldım, çünkü İran ziyaretinin böylesi, benim için daha anlamlı olacaktı; zira kendimi Devrim'i gerçekleştiren Humeyni'nin sembolize ettiği düşünce ve tavırdan ziyade ‘Düşüncede Devrim' fikriyatına sahip Şeriati'nin şahsında simgeleşen fikirlere daha yakın hissedediyordum.
Sempozyumun gerçekleşeceği 2015 Aralık ayına kadar sunumla ilgili hazırlıklarımı yaptım ve sempozyum tarihinden önce tebliğ metnini tamamladım. (Bu metin, Eylül 2017 tarihinde, Brill tarafından, Ali Shariati and The Future of Social Theory adıyla yayınlanan kitabın içerisinde makale olarak yayınlandı).[1] Fakat sunum süresi 15 dakika ile sınırlı olduğu için, ayrıyeten özet bir ‘sunum metni' de hazırladım. [2] Kültür, Sanat ve İletişim Enstitüsü ile İran Sosyoloji Derneği'nin işbirliğiyle, Beşeri Bilimler ve Kültürel Araştırmalar Enstitüsü'nün himayesinde düzenlenen sempozyumun organizatörleri, ancak otel masraflarını karşılayabileceklerini beyan ettiklerinden ve benim de o dönemde çalışma şartlarım ve izin durumum ancak ona elverdiğinden, uçak biletini, İran'a varış saati olarak sempozyumun yapılacağı günün gecesine alabildim. Bu durumu, organizasyon sorumlusu Javad Miri'ye iletmiş olmama rağmen, bir yanlış anlama sonucu, benim İran'a sempozyumun yapılacağı günden önceki gece geleceğimi sanmışlar ve refakat etmesi için havaalanına bir de refakatçi göndermişler. Tabii, adamcağız beklemiş, gelen giden yok; durumdan Miri haberdar olunca beni aradı ve ben de konuyu kendisine izah ettim ve espri yollu ‘hata'nın soru sorulanda değil, soruyu yöneltende olduğunu söyledim! Gülüştük ama yapacak bir şey yoktu. Havaalanından kendi imkanlarımla otele gidecektim. Nihayet aktarmalı bir uçuş ile, sempozyumun yapılacağı günün gecesi saat 04:00 civarında Tahran İmam Humeyni Havaalanı'na indim. Yaklaşık 5 saat sonra sempozyum başlayacaktı ve ben uçakta aldığım 1 saatlik uyku ile ayakta duruyordum. Tebrizli ve Türkçe konuşabilen bir acar taksi şoförünün mahareti sayesinde, saat 05:00 civarında Tahran'ın en prestijli otellerinden Espinas Otel'deki odama yerleştim (otelin girişindeki fotoğraflar yalan söylemiyorsa, ülke dışından gelen yabancı devlet adamlarının da tercih ettiği bu oteli zamanında Erdoğan da ziyaret etmiş! Aralık ayında olduğumuz için, otelin girişinde ‘yılbaşı' hazırlıkları bağlamında süslenmiş kocaman bir çam ağacının olduğunu da bu arada ifade edeyim!) ‘Odam' dediysem, sadece bana ait sanmayın! Oda tahsisinde de bir karışıklık olmuştu ve o gece (daha doğrusu sabaha karşı!) odayı iki kişi paylaşacaktık (ertesi gece mesele halledildi ve oda sadece bana kaldı!). Singapur'dan gelen Teo Lee Ken adlı tebliğci, ben odaya girdiğimde, uyuyordu ve onu rahatsız etmemek için üzerimi de değişmedim. 1 saat daha kestirebilir miyim düşüncesiyle yatağa uzandım; fakat sempozyumun başlamasına az bir süre kalmıştı ve eğer uykuya dalarsam, sempozyumun sabah sunumlarını kaçırma riski de vardı. Kısa bir süre sonra Teo uyandı; tanıştık ve durumdan dolayı özürlerimi beyan ettim. Nazik biriydi (Uzakdoğulularda bu nezaket çoğunlukla vardır!); “sıkıntı yok” filan dedi, tıraşını olup duşunu aldıktan sonra kahvaltıya indi. Ben de, vakit yaklaşıyor düşüncesiyle, onun ardından odadan ayrıldım, kahvaltımı yapıp taksi ile sempozyumun yapılacağı Enstitü'ye doğru yola koyuldum. Ve ‘berbat' (bu ifade bana ait değil, Amerika'da akademik çalışmalarda bulunmuş, sempozyumda da benim yanımda oturan, ‘babacan' tavırlı İranlı tebliğciye aittir!) Tahran trafiği ile ilk kez tanışma şerefine o sabah nail oldum! Muhtemelen sadece taksi şoförlerinin değil, Tahran'da yaşayan her sürücü gibi, beni sempozyuma götüren şoför de maharetliydi ve ilgili adrese beni sağ-salim bıraktı!
Espinas Hotel'in girişi
↩ [1] İlgilenenler, kısaca bilgi edinmek için şu adrese bakabilirler: http://www.brill.com/products/book/ali-shariati-and-future-social-theory