Kürşad Atalar
BÖLÜM 2
Vakit geldi ve 04 Temmuz günü sabah 11:00'de Mahan Havayolları ile Ankara'dan Tahran'a uçtum. Mahan, özel bir İran hava yolu şirketi ve hizmet kalitesi olarak da iyi sayılır. Fiyat ve hizmet yönünden THY'ye yakın denilebilir. En büyük avantajı ise, non-stop olması. Daha önceki uçuşum aktarmalı olduğu ve bunun sıkıntılarını bildiğim için, İran'a uçacak olanların Mahan ile seyahat etmeyi düşünmesini önerebilirim. Beni, Tahran İmam Humeyni Havalanı'nda iki arkadaşıyla birlikte İbrahim Uçan karşıladı ve o gün, yapmış olduğumuz plan doğrultusunda özel araçla Kum'a gittik. Akşama kadar Kum'da kaldık ve şehrin bazı yerlerini gezdik. Önce İbrahim'in tavsiyesine uyarak yolumuzun üzerinde bulunan bir mezarlığa gittik. Buranın ilginç olan tarafı, ölünün yerin epeyce altına gömülmesi ve mezarlığın hiçbir çıkıntısının vs. olmamasıydı, sadece yüzeyde müteveffayı tanıtan yazı ve fotoğraf bulunuyordu. Malum, Türkiye'deki mezarlıklar farklıdır ve ebatları değişse de, mezar alanı ve mezar taşı, toprak zeminden belirli bir yükseklikte bulunur. Kum'daki mezarlıkta gördüğüm bu tarz, farklı ülkelerden (örneğin Türkiye'den) gelenlerin dikkatini çekecektir diye düşünüyorum. Çünkü eğer önceden bir bilginiz yoksa mezarlık ziyareti yapıyorum derken, farkında olmadan bu mezarların üstüne basabilirsiniz! O da insanda tabiatıyla hoş bir duygu uyandırmaz! Ben bu tarzı ilk kez Kum'da gördüm ve bana ilginç geldiğini de ifade etmeliyim. Benzer bir deneyimi Tokyo'da da yaşamıştım. Mezarlık ana caddenin hemen kenarındaydı ve her bir mezarın alanı (müteveffanın cesedi yakıldığı ve sadece külleri bu küçük alanlara konulduğu için) bizdekilerden neredeyse on kat küçüktü! Tokyo'da alan sıkıntısı olduğu ve cesetlerin yakılması da çok yadırganan bir durum olmadığından, bunu anlamak mümkün, ama İran'da bu tarzın niçin tercih edildiğini bilemiyorum. Sonuçta mezarlık var ve vefat edene saygı da gösteriliyor, ancak tarzın bizdekinden farklı olduğu da kuşkusuz! Mezarlıktayken bir cenaze törenine de şahit olduk. İmam, bizdekine çok benzer şekilde (biraz da mersiye vs. okuyarak) dua etti; kalabalık dualara eşlik etti. Kadınların hepsi çarşaflıydı; erkekler de silme siyah giyinmişlerdi.
Kum'da İlginç Mezarlıklar
Kabristan'dan ayrıldıktan sonra, şehrin merkezine gittik ve sınırlı vaktin elverdiği ölçüde, burada bulunan 2 meşhur mekanı gezebildik. Bunlardan ilki, Masume Türbesi idi. Daha yolda giderken dahi, mekana ulaşmak için yönlendirme yapan kahverengi tabelalardan, buranın 'turistik' bir mahiyetinin de olduğunu anlamak mümkün oluyordu. 12 İmam mezhebinin 7. İmam olarak adlandırdığı Musa Kazım'ın kızı olan Masume, Abbasi Halifesi Me'mun'un babasını Horasan'a zorunlu ikamete tabi tutması nedeniyle İran'a geliyor ve birkaç hafta sonra da genç yaşta burada vefat ediyor. Masume hakkında, halk arasında birçok hikaye anlatılıyor ama bunların çoğunun menkıbe olduğu besbelli (Mesela bir rivayete göre, İmam Cafer demiş ki: "Allah'ın bir haremi vardır ki, o Mekke'dir; Rasulullah'ın bir haremi vardır ki, o da Medine'dir. Emir'ül-Müminin Hz. Ali'nin de bir haremi vardır ki, o da Kufe'dir. Bizim de bir haremimiz vardır, o da Kum beldesidir. Benim evlatlarımdan biri Kum'da defnedilecektir, ismi Fatıma'dır. Kim onu ziyaret ederse, Cennet ona farz olur.") Bu türbe, Masume adına, 9. İmam zamanında inşa ediliyor. Fakat bugünkü şatafatlı halini daha sonra alıyor. Geniş bir kompleks şeklindeki mekanın birkaç büyük giriş kapısı var her bir kapının süslemeleri de ihtişamlı. Göz alıcı cam kristallerle tezyin edilmiş mekana girdiğimizde, demir mazgallara elini ve yüzünü türbeye süren, huşu içinde dua okuyan birçok kişi gördük. Ziyaretçilerin genel profilinin, İstanbul'da Eyüp Sultan türbesini ziyaret edenlere benzediğini söyleyebilirim. Hatta abartılı tazim gösterme bakımından bu türbeyi ziyaret edenlerin Eyüp Sultan türbesini ziyaret edenlerden daha iştiyaklı olduğu da söylenebilir. Türbe binasının içi çok geniş ve türbeye bitişik olup ayrı bir bölme olarak tasarlanmamış olan geniş iç mekanda halılar üzerine oturup, istirahat eden veya namaz kılan bir çok kişi görebiliyorsunuz. Bu yönüyle bu türbenin, bizdekilerden farklı olduğunu söyleyebilirim. Önünde insan olup olmadığına bakmadan, uygun yer bulan, namaza durabiliyor veya dua edebiliyor. İranlıların bu konuda Türkiyedekilerden daha rahat hareket ettikleri hemen belli oluyor. Biz de öyle yaptık ve vakti kaçırmamak için, kalabalığın içinde, önümüzden birilerinin geçip geçmediğine bakmadan, namazımızı kıldık. Namaz kılma şeklimiz Şiilerden farklı olmasına rağmen, kimse de bizimle ilgilenmedi. Belli ki buranın farklı kültürlerden ziyaretçisi çok oluyor ve bu durum yadırganmıyor.
Masume Türbesi'nin Girişi
Masume Türbesinin içinde namaz kılınan alan
Masume Türbesi
Masume Türbesi'nin bir başka görünümü
Masume Türbesi'nin Kapısı
Masume türbesindeki bir diğer gözlemim de, 'çador' (bizdeki 'kara çarşaf'a benziyor) giymiş kadınların çokluğu idi. Fakat bunlar, özellikle de Batı medyasında bir dönem sıklıkla yansıtılmaya çalışıldığı gibi, rejimin kalesi sayılabilecek bir mekanın 'militan' çarşaflıları değildi! Sokaklarda, mezarlıkta, Masume Türbesi'nde ve başka yerlerde gördüğüm kadınların çoğunun giyimi, açıkça 'geleneksel'di. Yani bir bilincin eseri olmadığı çok belli oluyordu. Özellikle de gençlerin çarşafı 'iğreti' bir biçimde üzerlerine aldıkları çok belliydi (birçoğu, kot pantolon ve spor ayakkabı da giyiyordu!) Hal ve tavırlardan da, bu giyiniş şeklinin bir bilince dayalı olmadığı, daha çok 'kültürel' bir giyim tarzı olduğu anlaşılıyordu. İkinci bir gözlemim ise, türbe çıkışında yer alan dükkanların sattığı malların fazla 'turistik' bir özelliğinin olmamasıydı. Dükkanların çoğu, bizde 'işporta malı' denilen türden ürünler satıyorlardı. Bu da, bu mekanın daha çok 'iç turizm'e hitap ettiğinin bir göstergesi olarak alınabilir.
Masume Türbesi'nden sonra ziyaret ettiğimiz ikinci mekan ise Cemkeran Mescidi idi. Bu mescidin (bize göre 'cami' demek daha doğru olur, ama İranlılar 'mescid' diyorlar) öne çıkan özelliklerinden biri, avlusunun çok geniş olması. Anlatılanlara göre, aynı anda yarım milyon kişi namaz kılabiliyormuş. Benim de kabaca yaptığım metrekare hesabına göre, bu miktarda kişiyi, hatta daha fazlasını da alabilecek genişlikte bir avlusu var. İkinci özelliği ise, bu mescidin, bizzat 12. İmam (Şiiler 'İmam-ı Zaman' veya 'Mehdi' diyorlar) Mehdi'nin isteği üzerine yapılmış olması ve bazı halk inanışlarına göre, gaybubete çekilmiş olmasına rağmen, bu mescidte onunla irtibat kurulabiliyor olduğuna inanılması! (Hatırlanacak olursa, yakın geçmişte, Ayetullah Şirazi, Ali Hamaney'in Mehdi ile irtibat kurduğuna dair bir iddia bile ortaya atmıştı!) Şia kültüründe Mehdi motifi, Sünni kültürüne göre daha baskın olduğu için, bu camiye bu denli önem verilmesini anlamak mümkün oluyor. İçerdeki görevlilerden öğrendiğimize göre, mescidin ana binası, Devrim'den önce ancak küçük bir alanı kapsıyormuş. Devrim'den sonra ise, alansal olarak az 5 kat büyütülmüş ve tezyinatı da özenli bir şekilde yapılmış. Mescidin kubbe ve duvarlarında İran süsleme sanatının güzel örneklerini görmek mümkün. Bu mekana halk da yoğun ilgi gösteriyor. Özellikle de, Mehdi'nin akşam namazı vakti nüzul edeceğine inanıldığı için, akşam namazları mescid çok kalabalık oluyormuş. Biz buraya hafta içi gitmiştik ve vakit de ikindiden önce idi. Buna rağmen mescidte kalabalık her geçen dakika artıyordu. Ailece gelip avluya sergilerini, halılarını serenler akşam namazı vaktine hazırlıklarını yapıyorlardı. Mescidin çıkışına yerleştirilen ve soğutma sistemi sürekli çalışan oldukça büyük bir su deposundan da ücretsiz olarak buz gibi soğuk su içilebiliyor. Ayrıca bizde lavaş olarak bilinen ekmeğin bir çeşidinden de, ziyaretçilere ücretsiz ikram ediliyor. Tabii bağış yapılması için mescidin ana giriş kapısına yakın bir yere büyükçe bağış kasaları da kurulmuş. Kırk dereceye yaklaşan Temmuz sıcağında bu sudan içmek, pek çokları için dua vesilesi bile olabilir; fakat fazla dua edeceğim derken hastalanma riski olduğunu da unutmamak lazım! Su gerçekten çok soğuk ve birkaç bardak içtiğim için bir süre sonra benim de boğazım hafiften tahriş oldu. Bereket versin ki, hava sıcak olduğundan, bu sıkıntıyı çabuk atlattım. Bu uygulamayı, Devrim'den sonra bu mekana verilen önemin bir göstergesi olarak almak mümkün, ama ben, daha ziyade, 'popülist' bir uygulama olarak görme eğilimindeyim. Zira bizde de olduğu gibi, bu tür 'dini mekanlar'a gösterilen ihtimam, geleneksel halk kesimlerinin rejime bağlılıklarını artırma işlevini görüyor. Örneğin, bizde Mevlana Türbesi'ne gösterilen özen ile İran'da Cemkeran Mescidi'ne gösterilen ihtimamın benzeştiğini söyleyebilirim. Zira ziyaretçi profiline bakıldığında, büyük çoğunluğun bu türden mekanların 'kutsallığı'na dair inancı çok farklı değil. Rejimler de, sorgulamak yerine, halkın inancına kıymet verdiklerini göstermek adına, bu tür yerleri restore edip geniş kitlelerin desteğini almak istiyorlar. Kum'da ziyaret ettiğim bu 'dini' mekanda hissettiğim şey bu oldu. Belki farklı olan, halkın daha istekli ve iştiyaklı bir şekilde burada namaz kılıp dua etmesiydi. Bu ise, İran'daki diğer dini mekanlarda da gözlemlediğim bir şey. Burada, Şii inancının genel tavrı ve onun bir uzantısı olarak İmamlara veya diğer 'kutsal' figürlere atfettiği (kutsiyete yakın) değerin rolü olduğuna kuşku yok. Bu aşırı hürmet gösterme tavrı, daha çok, bizde tarikatlarda şeyhlere gösterilen ihtirama benziyor. Gözlemleyebildiğim kadarıyla, İranlılar, Sünnilerden daha çok, bu tür figürlere saygı (hatta tazim) gösteriyorlar. Bunun da Şiiliğin genel 'abartıcı' tavrı (ve Sünniliğin genel 'itidal' tavrı) ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Sünni tarikatlarda da benzer tavırlar olsa da, bence, genel 'ortayolcu' Sünni anlayış, bu tür mekanların 'aşırı' tazim mekanlarına dönüşmesini engelleyici bir işlev görüyor.
Cemkeran Mescidi'nin içi
Cemkeran Mescidi’nin dışarıdan görünümü