Analiz

İRAN İZLENİMLERİ

Kürşad Atalar

BÖLÜM 2

1 2 3 4 5 6

Şeriati Vakfı'nda

Artık Vakfa gitme zamanımız gelmişti. Hamid beyin yönlendirmesi ve İbrahim'in usta şoförlüğü sayesinde Vakfın yeni binasını kolayca bulduk. Vakıf'ta bizi önce Ali Şeriati'nin büyük kızı Susen karşıladı. Vakıf'ta bir takım eğitim programları yürüten Susen, tarih bölümü mezunu. Fakat her hangi bir kurumda çalışmıyor. Gittiğimizde de bazı öğrencilerle ilgileniyordu. İhsan Şeriati ve Sara Şeriati henüz gelmemişti. Vakti değerlendirmek adına, Susen hanımla bir kısa söyleşi gerçekleştirmek istedim. Talebimi kabul etti ve yaklaşık yarım saat süren bir sohbet gerçekleştirdik (Bu söyleşiyi kayda aldım ve daha sonraki bir zamanda kamuoyu ile de paylaşmak istiyorum.) Ardından İhsan Şeriati ve daha sonra da Sara Şeriati geldiler. Yaklaşık 15-20 dakikalık bir karşılama sohbetinden sonra, sunumların yapılacağı ana salona geçtik. Salonda iptal edilen sempozyumun katılımcılarından bazılarının yanı sıra halktan ve öğrencilerden oluşan yaklaşık 30-40 kişi bulunuyordu. Yurtdışından katılım sağlayanlar ben ve Kanada'da öğretim üyesi olan İran asıllı Mojtaba Mahdavi idi. Önce İhsan Şeriati kısa bir açış konuşması yaptı ve bu yıl içerisinde Şeriati'yi ve düşüncelerini değerlendirmek üzere başka programlar da düzenleyebileceklerini söyledi. İhsan Şeriati'den sonra ise Kanadalı Profesör Mojtaba Mahdavi sunumunu yaptı. Mahdavi, liberalizm ile Şeriati düşüncesi arasında karşılaştırma yapan ve özet olarak da Şeriati düşüncesinden, vahşi kapitalizmin doğurduğu sorunlara çözüm bulunabileceğini savunan bir tebliğ sundu. Bu tebliğ müzakereciler tarafından tartışıldı. Konuşmacı, sunum sırasında, Erdoğan'ın da Türkiye'de 'liberal' politikalar uyguladığını ifade etmişti. Ben müzakere bölümünde buna itiraz ettim ve AKP iktidarının ilk yıllarında partinin kendisini 'liberal-demokrat' olarak tanıtmasına rağmen, daha sonra, bu kimliği terk edip 'muhafazakar-demokrat' bir kimliği benimsediğini söyledim. Tebliğ sahibi, itirazıma, 'liberal' sözcüğünü ekonomi politikaları bağlamında kullandığını ifade ederek cevap verdi. Ben de tartışmayı yeterli görerek, konuyla ilgili daha fazla konuşmadım. Bu arada Ayetullah Muntazari'nin oğlu Ahmed de, toplantıya dahil oldu. İhsan Şeriati'nin ve diğer katılımcıların ona karşı yaklaşımı, oğul Muntazari'nin oradaki hazirun tarafından saygın bir şahsiyet olarak görüldüğü izlenimi veriyordu. Ardından sözü bana verdiler. İhsan Şeriati masanın başında idi, ben ise masanın birazca uzak bir yerinde oturuyordum. Nezaket gösterip beni yanına çağırdı ve dinleyicilere oradan hitap etmemi istedi. Teşekkür edip yanına oturdum ve yaklaşık 20 dakikalık bir konuşma yaptım.[1] Sunumda özetle, gelenek eleştirisinin, özellikle de "sizi rahatsız etmeye geldim" diye bir 'sorumlu aydın' olarak Şeriati'nin çağrısının önemine dikkat çektim. Müzakere sırasında, İhsan Şeriati ve diğer 4-5 kişi çeşitli sorular sordular. Bu bölüm epeyce uzun sürdü. Başka bir tebliğ de sunulmadı. Sadece katılımcılardan bazıları, yapılan iki sunum bağlamında kısaca görüşlerini ifade ettiler. Bana tevdi edilen sorular arasında dikkat çekici olanlar ise, Erdoğan dönemi uygulamalarının muhtemel sonuçlarının ne olabileceği, 15 Temmuz darbesini ve Gülen cemaatini nasıl değerlendirdiğim ve Osmanlı dönemine dönüşün çözüm olup olmadığına dair olanlardı. Erdoğan ve 15 Temmuz darbesi ile ilgili görüşüm belli olduğu için bu iki konuya girmiyorum ama üçüncü soru, 'gelenek eleştirisi' başlığı ile ilgili olduğu için, bu soruya verdiğim cevabı, burada da tekrarlamakta yarar görüyorum. Sorunun sahibi İhsan Şeriati idi ve benim cevabım da özetle şu oldu: "bir Müslüman olarak, Osmanlı tecrübesinin önemli ve bazı açılardan da 'değerli' olduğunu düşünmeme rağmen, Osmanlı'ya dönüşü, bir nevi 'geleneğe dönüş' olarak görüyor ve ilkesel anlamda yanlış bir yaklaşım olarak değerlendiriyorum. Bu noktada, tıpkı Şeriati gibi düşünüyor ve 'geleneğin eleştirilmesi' gerektiğini, bu bağlamda Osmanlı'nın da eleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum." Sorusuna vermiş olduğum cevabı, İhsan Şeriati'nin başını sallayarak olumladığını ifade edebilirim. Daha sonra, müzakereci bölümüne geçildi ve katılımcılar Farsça olarak bazı konuları tartıştılar. Hamid bey, bunların bazılarını çevirmeye çalıştıysa da tümünü tercüme etme imkanı bulamadı. Bu arada Muntazari'nin oğlu da tartışmaya katıldı. Ahmed Muntazari, konuşmasının bir yerinde, Velayet-i Fakih kavramını ilk kez babasının ortaya attığını, fakat Humeyni'den sonra kavramın başka anlamlara çekildiğini söyledi. Bu vesileyle, "bir din adamının siyasete karışmasının doğru olup olmadığı" ile ilgili bir tartışma başladı. Bu tartışmaya ben de katıldım ve sözlerim Hamid bey tarafından Farsça'ya tercüme edildi. Özetle, her alanda liyakate önem verilmesi gerektiğini, halihazırdaki dini eğitim kurumlarının ve medreselerin 'siyaset'i bilen yahut 'ülke yönetimi'ni liyakatle yapacak kişiler yetiştiremediğini, bu durumun Sünni dünyada da Şii dünyada da esasta pek değişmediğini" söyledim ve örnek olarak da Fethullah Gülen gibi bir 'vaiz'in 'darbe'ye vs. teşebbüs ederek ülke yönetimini ele geçirme çabasını verdim. Tabii benzer durum İran için de geçerliydi ve İran'da da dini eğitim alan 'mollalar'ın bu açıdan eleştirilmesi gerektiğini sözlerime ekledim. Şeriati ailesinin bu konudaki görüşünün benimkiyle paralellik arz ettiğini, daha önceki İran ziyaretimden biliyordum. Muntazari'nin oğlu da, bu konuda benzer sözler sarf etti. Görünüm olarak molla kıyafeti giymesine rağmen, zihniyetinin diğer mollalardan farklı olduğu, konuşmasından belli oluyordu. Zaman ilerlemiş ve akşam olmuştu. Kapanış konuşmasını yine İhsan Şeriati yaptı; katılımcılara teşekkür ederek yapılan sunum ve müzakerelerin hayra vesile olması temennisinde bulundu. Ardından, günün anısını kalıcı hale getirmek için hep beraber bir nevi 'aile fotoğrafı' çektirdik ve Puran hanımın evine gitmek üzere, Şeriati ailesiyle birlikte Vakıf'tan ayrıldık.

Hamid Muhammadnejad ve Susen Şeriati

Şeriati Vakfı'nda İbrahim Uçan, Muntazari'nin oğlu ve İhsan Şeriati ile birlikte

Şeriati Vakfı'nda toplu fotoğraf

Şeriati Vakfı'nda

İkinci İran ziyaretimin en güzel bölümlerinden biri, bundan sonra başladı. İhsan Şeriati, Vakıf'tayken Puran hanımı görmek isteyip istemediğimi sormuş, ben de kendisine bundan büyük memnuniyet duyacağımı ifade etmiştim. Ben, İbrahim ve Hamid bey aynı araçla, İhsan Şeriati, Susen ve Sara Şeriati ile İhsan Şeriati'nin eşi de başka bir araçla Puran hanımın evine vardık. Puran hanım bizi çok sıcak karşıladı. Hazırlık yapmış ve ikramı da esirgememişti. Önce halimi hatrımı sordu, sonra kısa bir sohbet gerçekleştirdik, ardından da akşam yemeğine geçtik. Sohbet sırasında Puran hanım, Ulak Yayınları'ndan çıkan ve yeni baskısı yapılan Ali Şeriati ile Birlikte adlı kitabını gösterdi ve okuyup okumadığımı sordu. Kitabı yeni gördüğümü ve yayıncıyı da tanımadığımı söyledim. Puran hanım, Yayıncı'nın, kendisine danışmadan, kitabın 1. cildinin kapağına açık resmini koyduğunu ve bunun Türkiye'de nasıl karşılanabileceğini sordu. Ben de bunun İslamcı kesimde çok hoş karşılanmayacağını, yanlış yorumları önlemek için bundan sonraki baskılarda örtülü fotoğrafının konulmasının daha iyi olacağını söyledim. Daha sonra kendisi, ilk cildin yayınlanmasından sonra konuya müdahale ettiğini ve ikinci cildin kapağına başörtülü resminin konulduğunu söyledi ve bu kitabı da bana gösterdi. Ben de bundan sonra bu gibi hususlarda daha dikkatli hareket edilmesinin, Şeriati düşüncesinin Türkiye'de doğru anlaşılması bakımından yararlı olacağını söyledim. Ardından yemeğe geçtik. Puran hanım, damak zevkimize uygun mükellef bir sofra hazırlamıştı. Mona hariç, Şeriati ailesinin fertleriyle birlikte, aynı masa etrafında oturup sohbet etmek ve yemek yemenin benim için müstesna tecrübelerden biri olduğunu söylemeliyim. O akşam, Puran hanımın evinde, gerçekten resmiyetten uzak, sıcak bir sohbet ortamı vardı. O yüzden, müzakere ettiğimiz konulara girmeden, sadece, o akşam evdeki sıcak ortamın bazı hususiyetlerine dair bir kaç cümleyi dile getirmeyi yeterli görüyorum. Susen, Sara ve İhsan Şeriati'nin eşi, yemekten sonra bulaşıkları yıkamak için, Amerikan tarzı mutfağa geçtiler. Biz İhsan Şeriati ile sohbete devam ettik. Kahvelerimizi Sara Şeriati getirdi ve servisi de o yaptı. Üniversitede 'profesör' unvanına sahip Sara'nın bu mütevazi tavırlarından etkilendiğimi ifade etmem lazım. Susen ise, bende dirayetli ve kararlı bir kadın izlenimi bıraktı. Yaptığımız söyleşi sırasında ilk kez edindiğim bu izlenimin, Puran hanımın evinde de teyit edildiğini (Hamid beyin de bu kanaatime katıldığını) söyleyebilirim. Sohbet koyulaşmış ve vakit de hayli ilerlemişti. Ama ben yine de fırsatı değerlendirmek adına İhsan Şeriati'den bir söyleşi talebinde bulundum. İhsan Şeriati nezaket gösterip talebimi kabul etti ve gecenin ilerleyen saatinde kendisiyle yarım saatlik bir söyleşi gerçekleştirdik (bu sohbeti de daha sonra bir vesile ile yayınlamayı düşünüyorum). Sohbetin ardından ayrılma isteğimizi iletip Şeriati ailesine veda ettik.

Puran Şeriati'nin Evinde Yemekteyiz

Puran Şeriati'nin Evinde

Ertesi sabah, erken saatlerde Türkiye'ye geri dönecektim ve fakat gecenin o vaktinde bize eşlik eden Hamid beyi de evine bırakmamız gerekiyordu. Puran hanımın evi şehrin kuzeyinde yer alıyordu, o saatte başka ulaşım vasıtası bulmak zor olacağı için, şehrin güneyinde oturan Hamid beyi evine bırakmamız gerekiyordu. Bu vesile ile İbrahim'in aracıyla Tahran'ı bir kez daha boydan boya kat ettik. Saat hayli ilerlemesine rağmen, Tahran'ın bazı caddelerinde (yoğun olmasa da) hala trafik vardı. Evet, söylenenler doğruydu: Tahran'da trafik 24 saat bitmiyordu! Gecenin ilerleyen saatlerinde İbrahim'in evine döndük ve namazlarımızı kıldıktan sonra istirahate çekildik. Sabah olunca hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra İbrahim beni havaalanına bıraktı. İran saatiyle sabah 08:00'de Tahran'dan havalanan uçağım Türkiye saatiyle 09:15 sularında Ankara'ya indi.

1 2 3 4 5 6