Batı siyasi düşüncesinin en temel kavramlarından biri olan ‘özgürlük’,[1] en genel ifadesiyle, “sınırlamaların ve engellerin olmaması” ya da “zorlamanın olmaması” olarak tanımlanabilir.[2] Kavram üzerinde farklı yaklaşımlar olmakla birlikte[3], terimin asli anlamını oluşturan temellerin, ‘liberalizm’in ‘doğal hukuk’ ve ‘hümanizm’ kavramları üzerine oturduğu söylenebilir.[4] Buna göre, rasyonel ‘birey’in diğer bireyler ve devletle olan ilişkileri, doğuştan getirdiği ‘haklar’ temelinde tanımlanmalıdır.[5] O halde, ‘temel hak ve özgürlükler’e sahip olan birey, her türlü değerin kaynağıdır. Tanrı dahil, dışarıdan ona değer vazedecek başka bir güç/kaynak yoktur.[6]
Bu temel özellikleri ile liberalizmin önerdiği ‘özgürlük’ kavramının İslam’la bağdaşması mümkün değildir. Çünkü İslam, doğal hukuk ve hümanizm kavramlarından elde edilmiş özgürlük nosyonunun tam aksine, iman kavramıyla özden ilişkili ‘ibadet’ kavramını merkeze alır. Bu ise, İslam ile liberalizmin iki ayrı (ve uzlaşmaz) anlayış ve ideoloji/din olduğu anlamına gelir. Bu tezimizi ispat için öncelikle terimin, etimolojik ve semantik tahlilini yapmamız gerekmektedir.
Hürriyet teriminin kökü olan ‘ha-ra-re’, Arap dilinde, ‘bağlardan kurtulma’ veya ‘arındırma’ durumları için kullanılır. Araplar, harrertü’l-abd tabirini, kölenin, efendilik-kölelik ilişkisini kuran bağdan kurtulduğu durumlar için yani, kölenin ‘azad edilmesi’ durumunda kullanırlar. Harrertü’l-kitab ise, “yazılı bir metni, onda herhangi bir yanlışlık bırakmayacak biçimde hatadan arındırmak” anlamındadır.[7] Benzer şekilde, ettinu’l-hurr, “kumdan, taştan, balçıktan ve herhangi bir kusurdan arındırılmış çamur”; raculun hurr ise: “kendisini her şeyden soyutlayıp, başkalarıyla olan bağlarını tümüyle kesen kişi” için kullanılır.
Kur’an ise, aynı kökten türemiş bazı sözcükleri kullanmış olmasına rağmen, ‘hürriyet’ terimini, bu şekliyle hiçbir yerde kullanmamıştır. Bakara: 178. ayette yer alan ‘hurr’dan kasıt, ‘kölelikten kurtulmuş’ (redeemed) kişidir.[8] Aynı fiil kökünden türetilen ‘tahriru rakabe’ yine ‘köle azad etmek’ anlamında ‘boyunduruktan kurtarılma’ demektir.[9] Ali İmran:35. ayette geçen, ‘muharreren’ tabiri ise, Hz. Meryem(AS)’in, bir takım yükümlülüklerden ‘muaf tutulmuş’ olarak Beyt-i Makdis’in hizmetine koşmasını anlatır.
‘Özgürlük’ nosyonunu Kur’an’a onaylatmak isteyenlerin dayandıkları ayetlerin de[10] konuyla alakası yoktur. Zira Bakara: 256. ayette[11], insanın söz ve fiillerinde özgür olduğu anlamı çıkmaz; burada sadece kişinin, din olarak İslam’ı seçip seçmemekte serbest olduğu ifade edilmektedir.[12] Tevbe:6’da[13], bir müşriğin sığınma talebinin kabul edilme gerekçesi açıklanmaktadır; buradan da ‘bir arada yaşamaya’ ilişkin bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. İsra:54’de[14] ise, Peygamberimizin, başkalarının iman bekçisi (vekil) olamayacağı vurgulanmaktadır. Bu ayetten, İslami bir yönetimde farklı dinden veya inançtan/ideolojiden grup ya da cemaatlerin, ‘kamu hukuku’nu ilgilendiren alanlarda dahi, kendi iç hukukları uyarınca yaşayabilecekleri sonucu hiçbir biçimde çıkarılamaz. Kaf:45’de[15] Allah’ın elçisinin, insanları imana sevk etme konusunda zora başvuran biri (cebbar) olmadığı beyan edilmektedir ki, buradan, Allah’ın şeriatının uygulanması konusunda ya da siyasi iradenin tebaa üzerinde ‘kuvvet’ gerektiren icraatlar yapamayacağı konusunda bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Alak:9-10. ayetler[16] ise, ‘inanç özgürlüğü’ne ilişkin en küçük bir imada dahi bulunmamaktadır; zira ayetlerde sadece namaz kılanı engelleyenin kınanması söz konusudur. Kafirun:6’da[17] ise: müminlerle kafirlerin dinlerinde asla uzlaşamayacaklarından bahsedilmektedir. Burada da yine ‘din özgürlüğü’ kavramını meşrulaştıracak bir ifade yer almamakta, bilakis Hz. İbrahim’in müşriklerden beraetini ilan etmesi ve müşrik topluma karşı tabir-i caizse ‘rest çekmesi’ gibi bir durum söz konusudur.[18] Görüldüğü gibi, bu ayetlerin hiçbiri, felsefi ve ideolojik içeriğiyle ‘özgürlük’ kavramının İslam’dan onay aldığına delil gösterilemez.
‘Hak’ kavramı da, ‘özgürlük’ kavramı etrafında gelişen tartışmalarda merkezi bir yer tutar. Liberalizm, ‘haklar’ı, hümanizma[19], akıl ve doğal hukuk kavramları çerçevesinde tanımlarken,[20] Kur’an’da bambaşka bir ‘hak’ terminolojisi vardır.[21] Kur’an, liberalizmin ‘hak’ (veya ‘özgürlükler’) olarak gördüğü şeyleri, yerine göre tuğyan[22], yerine göre, fısk[23]ve zulüm[24] yerine göre de ‘hevanın ilah edinilmesi’[25] olarak tanımlar. Özetle, Kur’an, ‘haklar’ı özgürlük kavramı temelinde tanımlayan ‘Haklar Öğretisi’nin aksine, ‘ödev’ ve ‘sorumluluklar’ı öne çıkarır.[26]
Tarihsel pratik açısından bakıldığında ise, Batı ile girilen kültürel etkileşim dönemine değin, Müslümanların dilinde ve literatüründe hürriyet (özgürlük) terimine, rastlanmamaktadır.[27] Teriminin yer aldığı ilk metin, 1798’de Mısır’ı işgal teşebbüsünde bulunan Napolyon Bonapart’ın yayımladığı deklarasyondur.[28] Napolyon, Mısır’ı işgalinin gerekçesini açıklarken şu ifadeyi kullanır: “özgürlük (hurriyya) ve eşitlik ilkeleri üzerine kurulmuş Fransız Cumhuriyeti adına buraya geldim.” Hiç kuşku yok ki, bu kullanım siyasi içeriklidir. Bu tarihten sonra da, aynı içerikle, hurriyya (özgürlük), Arapça ve diğer dillerde (Türkçe de dahil) kullanılmaya başlamıştır.[29]
Burada Napolyon’un sözleri Arapça’ya çevrildiğinde, Mısırlılar’ın, ‘eşitlik’ teriminin değil, hurriyya (‘özgürlük) teriminin tercümesini anlamakta zorlandıkları görülmektedir. Bu gerçekten önemlidir; zira bu zorluk, gerçekten ‘özgürlük’ kavramının, Müslüman zihnine yabancı olmasından kaynaklanmıştır.[30] Kur’an’da yer alan hurr terimi ise, onlar için ancak ‘legal/hukuki’ manalar taşımaktadır. Zira Müslümanların literatüründe ‘iyi’ ve ‘kötü’ yönetimler için kullanılan mecazlar, ‘özgürlük’ ve ‘kölelik’ değil, ‘adalet’[31] ve ‘zulüm’dür[32]
Arap dilinde, ‘özgürlük’ kavramı çerçevesinde tartışılan konulara ilişkin olarak kullanılan kavram ‘ibadet’tir. Kelimenin fiil kökü olan a-be-de, ‘gönülden bağlılık’ ve ‘itaat’ unsurlarının belirgin olduğu durumlar için kullanılır.[33] Kur’an ise, aynı kökten türeyen bir fiili (ya’budun), insanın varoluş gerekçesini izah ederken de kullanır[34] ancak, belki de daha önemli olanı, ayni fiil kökünün, insan eylemlerinin mahiyetine ilişkin bir mana taşıyor olmasıdır. Buna göre, kolaylıkla söylenebilir ki, Kur’an’ın, Batı siyasal literatüründe ‘özgürlük’ terimiyle açıklanan alanlarla ilgili olarak kullandığı kavram, ‘ibadet’tir. Bu ise, bu terimin, insan eylemlerini tanımlarken dahi merkezi önemi haiz olduğu anlamına gelir. Buna göre, kulun Allah’ı razı etmek için yaptığı günlük ritüeller de, siyasi otoriteye itaat de ‘ibadet’ kapsamına girer.[35] Bu aynı zamanda şu demektir: ‘ibadetsiz (ya da dinsiz) insan’ olamaz. O halde, örneğin ateizm, ‘dinsizlik’ olarak değil; sadece Allah’ın varlığını veya gücünü inkar eden bir başka ‘din’ olarak tanımlanmalıdır. Aynı şekilde ‘özgür insan’ da, esas itibarıyla ‘dinli’dir; zira o da ‘hevası’nı ilah edinmek suretiyle bir ‘şey’e bağlanmaktadır (veya tapmaktadır).[36].
Bu ise, bizi ‘özgürlük’ kavramının ‘sahici’ bir değeri olup-olmadığı tartışmasına götürür. Bu noktada, haklar ve özgürlükler konusunda Batı’nın bizzat kendi içinden dahi eleştiriler yöneltildiğine dikkat edilmelidir.[37] Ancak burada daha önemli olan, ‘özgürlük’ nosyonu yerine, asıl ‘bağlılık’ ilkesinin reel hayatta belirleyici olduğunu kabul etmektir.[38] Bir başka ifade ile, ‘özgürlük’, sahici bir temeli olmayan, bir anlamda ‘ütopik’ bir kavramdır; hayatın özüne tekabül eden, insan ilişkilerine damgasını vuran, ‘bağlılık’ ve ‘sorumluluklar’dır (ve bu bağlamda ‘ibadet’ kavramıdır).[39]
İşte bu noktada önemli bir tespitte bulunmak gerekmektedir: Madem ki, bütün insanlar bir şeye ‘bağlı’dır ve bu bağlılıklar da farklı farklıdır; o halde gerçekten ‘bağlılığın’ yöneleceği varlık kim (veya ne) olmalıdır? İşte bu önemli sorunun cevabı, ancak bağlanılacak varlığın kimseye muhtaç olmaması ve eksikliklerden münezzeh olması gerektiği şeklinde verilebilir. Bu özellikler ise ancak Allah’ta mevcuttur.[40] Şu halde ‘kula kulluk’un söz konusu olmaması için[41], Allah’a bağlanılması gerekir. Bu bağlılığın adı da Allah’a ibadet (kulluk)tir.[42]
‘Özgürlük’, Batılı ‘insan modeli’nin temel kavramlarındandır. Hatta Batılı insan için özgürlük, bir ‘put’tur.[43] Kavram, Batı’da bunca önemsenmesine rağmen, sahici bir gerçekliğe tekabül etmemektedir. ‘İbadet’ ise, insan ilişkilerini tanımlamada ‘asli’ kavramdır. İşte bu yüzden, her insan ‘dinli’dir; her insan ibadet eder ve her insanın ilahı vardır.[44]‘Özgürce yaşadıklarını’ sananlar aslında bir başka şeyin kuludurlar.[45] Müslüman ise, sadece Allah’a ibadet eder ve O’nun rızasını kazanmak ister. Onun mabudu, kul edinme hakkına sahip tek varlık olan Allah’tır.
↩ [1] Özgürlük (freedom veya liberty), ‘azad olma’ (emancipation) veya ‘rehinden kurtulma’ (redemption)’dan farklı anlam içeriklerine sahiptir. Bu içeriği belirleyen şey ise, ‘özgürlük’ teriminin, ‘siyasi’ ve ‘ideolojik’ karakteridir. Nitekim Batı’da her siyasi programda, özgürlük kavramına ilişkin somut önerilerin yer alması, neredeyse bir ‘zorunluluk’tur.
↩ [2] Bkz. Norman P. Barry (2003). Modern Siyaset Teorisi, Çev.: Mustafa Erdoğan, Yusuf Şahin, Liberte Yayınları, 2003, Ankara, s. 217, 223. Ayrıca özgürlüğü: “tercihlerin kısıtlanmamışlığı” olarak tanımlayanlar da vardır (Benn & Weisten, “Being Free to Act, and Being A Free Man”, Mind, 80, 1971, s. 224).
↩ [3] Bu konuda ‘negatif’ özgürlük ve ‘pozitif’ özgürlük olmak üzere iki ana kavramsallaştırmadan bahsedilebilir. İlki J. S. Mill’in sistematize ettiği ve her türlü kısıtlamaları, sırf kısıtlama olmaları bakımından ‘kötü’ sayan yaklaşımdır. Buna göre, başkasına zarar vermedikçe veya başkalarının haklarını ihlal etmedikçe, birey, her türlü eyleminde özgür olmalıdır (John S. Mill, Hürriyet, Çev.: Mehmet Osman Postel, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1997), ikincisi ise, J. J. Rousseau’nun savunduğu ve daha ziyade hakların önüne ‘yasa’ ve ‘refah devleti’ kavramını geçiren yaklaşımdır (J. J. Rousseau, Toplum Sözleşmesi, Çev.: Vedat Günyol, Adam Yayınları, 2. Baskı, 1984).
↩ [4] Gerek ‘doğal hukuk’ gerekse ‘hümanizma’ kavramları, Batı’da Rönesans ile birlikte başlayan ve hem ‘insan’ hem de ‘alem’ tasavvurunun kökten değişmesi ile neticelenen sürecin sonucu olarak ortaya çıkmışlardır. Burada artık dinin hayat hakkındaki ideal tasarımları yerine, fenomenlere (‘olgu’lara) değer verilmektedir.
↩ [5] Batı siyasal literatüründe ‘özgürlük’ ve ‘hak’ kavramları, birbiriyle ilişkili iki temel kavram olarak alınmışlardır. Örneğin ‘Haklar Öğretisi’nin modern anlamda ilk kurucusu kabul edilen Locke’a göre, özgürlüğün meşruiyet temeli, doğal hukuk ve akıldan çıkar (John Locke, Uygar Toplum Üzerine İkinci İnceleme: Sivil Toplumda Devlet, Çev.:Serdar Taşçı, Hale Akman, Metropol Yayınları, 2002). ‘Doğal hak’ kavramını ise erken modern dönemde hümanist ve akılcı bir gözle ele alan kişi Thomas Hobbes’dur (Leviathan, Çev.: Semih Lim, Kazım Taşkent Klasik Yapıtlar Dizisi, Yapı Kredi Yayınları, 4. baskı, 1992, s.154-158). Ayrıca özgürlük ve hak terimleri arasındaki ilişki o kadar özdendir ki, bazen, Batılı yazarlar ‘hak’ ve ‘özgürlük’ sözcüklerini birbirlerinin yerine dahi kullanılabilmektedirler (Hohfeld, W. Fundamental Legal Conceptions, 1919, Yale University Press).
↩ [6] İnsanın ‘özgürlük arayışı’nın, dinin ‘hayattan uzaklaştırılması’ ile sonuçlanması kaçınılmazdı. Çünkü ‘özgür bir toplum’ ideali, ancak siyasi düşüncede, somut olarak ‘hangi sınırlamaların kaldırılmasın gerekli olduğu’ gösterildiği zaman anlamlıdır (Barry, 2003, s.217). O halde ‘özgür insan’ modeli, ancak ‘tanrısal sınırlamalar’ kaldırıldığında anlamlı olabilirdi!
↩ [7] Nitekim ‘muharrir’ sözcüğü, bu anlamda kullanılmaktadır.
↩ [8] “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı). Hüre(hurr) karşı hür, köleye karşı köle (abd), dişiye karşı dişi…”
↩ [9] Kur’an, Nisa:92’de bir müminin hata sonucu öldürülmesinin diyeti olarak, Maide:89’da yeminin keffareti ile ilgili olarak ve Mücadele:3. ayette de kadınlarına ziharda bulunanların üzerine düşen borcu açıklarken, bu tabiri kullanmaktadır. Buna göre, ‘köle azad etmek’ kısas, diyet, keffaret ve zihar alanlarında geçerli bir hukuksal müeyyide olarak, dolayısıyla da belli bir sosyal müessesenin kaldırılmasına yönelik bir icraat olarak görülmelidir.
↩ [10] Bakara:256; Tevbe:6; İsra:54; Kaf:45; Alak:9-10; Kafirun:6
↩ [11] “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.”
↩ [12] Tam tersi Kur’an’ın pek çok ayetine göre, Mü’min hududullah’a uymak zorundadır. Ahzab:36. ayetteki ifade ise yoruma ihtiyaç olmayacak kadar açıktır: “Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resülüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”
↩ [13] “Eğer Allah’a ortak koşanlardan biri senden sığınma talebinde bulunursa, Allah’ın kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı. Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır. Bu, onların bilmeyen bir kavim olmaları sebebiyledir.”
↩ [14] “Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder. Seni de onlara vekil olarak göndermedik.”
↩ [15] “Biz onların ne dediklerini çok iyi biliyoruz. Sen, onlara karşı bir zorba (cebbar) değilsin. O halde sen, benim uyarımdan korkan kimselere Kur’an ile öğüt ver.”
↩ [16] “Gördün mü şu men edeni? Namaz kılarken bir kulu.”
↩ [17] “Sizin dininiz size, benim dinim banadır.”
↩ [18] Mumtehine:4.
↩ [19] Burada, Kur’an’ın ‘insan’ terimine yüklediği ‘olumsuz’ manalara dikkat edilmelidir. Buna göre, insan, ‘takva’ ve fücuru ilham edilmiş bir varlıktır (Şems:8); zalum ve cehuldür (Ahzab:72); aceleci yaratılmıştır (İsra:11); çabuk ümitsizliğe düşer (Fussilet:49); çok nankörlük yapar (Abese:17, Hacc:66); zorluk anında Allah’tan yardım diler, sonra bunu inkar eder (İsra:27, Şura:48); bir şer dokunduğunda feryadı basar, bir hayır dokunduğunda engelleyici olur (Mearic:19-21); sık azar (Alak:6). Şu halde, Kur’an’ın ‘insan’ terimine bakışı ile, liberalizmin ‘human’ kavramsallaştırması arasında derin uçurumlar vardır!
↩ [20] Bu konuda ‘İnsan Hakları’ kavramının teorisyeni olarak bilinen ’Thomas Paine’in adını anmak gerekir. Paine, Batı’da, ‘birey’ haklarının yılmaz savunucusu bir liberal olarak bilinir ve ‘devlet’ alanının, birey karşısında en dar sınırlara çekilmesi gerektiğini söyler (Thomas Paine, Batı’da Siyasal Düşünceler Tarihi, Derleyen: Mete Tunçay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2005, s. 626) Bu hakları, daha sonra, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde (1948), “temel haklar ve özgürlükler” bölümünde net olarak bulmak mümkündür. Bunlar arasında popüler olanları, sorgusuz alıkonmama hakkı (freedom from arrest), korkudan emin olma hakkı (freedom from fear), ‘ifade özgürlüğü’ (freedom of speech), ‘düşünce özgürlüğü’ (freedom of thought), ‘din özgürlüğü’ (freedom of religion), ‘vicdan özgürlüğü’(freedom of conscience)’dir.
↩ [21] Kur’an’da ‘hak’ terimi, gerek Allah’ın bir ismi (el-Hakk) olarak gerekse yalın manada ‘gerçek’ teriminin karşılığı olarak kullanılmaktadır. Bkz. Bakara: 42, 147, Yunus:55. “Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver” (İsra:26) ayetinden ise, ‘insan hakları’ öğretisine kanıt olarak alınabilecek hiçbir şey yoktur. Zira burada, Haklar Öğretisi’nin öngörülerini doğrulayacak bir ima bulmak bir yana, İslam’ın temel emirlerinden olan zekat (sadaka) verme yükümlülüğüne açık işaret vardır!
↩ [22] Zümer:17.
↩ [23] Bakara:99; Tevbe:96.
↩ [24] Hud: 101; Kehf:19.
↩ [25] “Hevasını ilah edineni gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın?” (Furkan:43).
↩ [26] İslam hukukunun bu konuda kullandığı terminoloji, Kul Hakları (hukukulibad) ve Allah’ın Hakları (Hukukullah) kavramları temeline dayalıdır. Bütün ‘ibadet’leri de, bu kapsamda değerlendirmek mümkündür.
↩ [27] Hz.Ömer’e atfedilen: “Anaların özgür doğurduğunu kim köleleştirebilir” sözünden ve Kabe’nin bir ismi olarak kullanılan ‘Beyt-i Atik’ tabirinden ‘özgürlük’ kavramına bir yol bulmaya çalışmak da beyhudedir. (Mustafa İslamoğlu, Kur’an Neslini İnşa Sorumluluğu, Özgür-Der Yayınları, 2. Baskı, 2002, s.59.) Çünkü Hz. Ömer’e atfedilen bu ifadede, insanların ‘doğuştan köle’ sayılmasına yönelik bir itiraz vardır. Yoksa, burada siyasi içerikli bir ‘özgürlük’ tanımı asla yoktur. Beyt-i Atik ifadesinin ise, terimsel manada bile özgürlükle ilişkisi yoktur; zira bu tabir, ‘Eski- Köklü Ev’ anlamındır. Nitekim Tevrat için de Ahd-i Atik (Old Testament) tabiri kullanılmaktadır.
↩ [28] Lewis, Bernard, İslam’ın Siyasal Dili, Çev.: Fatih Yaşar, Rey Yayınları, 1992, s .168. Lewis, bu tarihten önce Küçük Kaynarca Antlaşması’nda Kırım Türklerini tasvir eden bölümde yer alan: “serbest ve bütün yabancı güçlerden bağımsız kavim” ifadesindeki ‘serbest’ teriminin de, siyasi/ideolojik içerikli olmadığını, İslam literatüründe sadece idari ve mali alana ilişkin olarak kullanıldığını söylemektedir. (Age.).
↩ [29] Hurriyya’yı Türkçe’ye ‘hürriyet’ olarak çevirenler, Jön Türkler’dir. Bu akımın, Fransız Devrimi’nden mülhem kavramlardan (hürriyet, eşitlik, kardeşlik) etkilendikleri ise bilinmektedir. Ayrıca Cumhuriyet döneminde Öztürkçeci akımın, hurriyya’yı ‘özgürlük’ olarak tercüme etmesi de dikkat çekicidir. Çünkü burada tercih edilen ‘öz’ün gürleştirilmesi manası, açıkça hümanizm (ve rasyonalizm) damgası taşımaktadır.
↩ [30] Lewis, bu ‘anlama zorluğu’nu, Şeyh Rafi et-Tahtavi’nin 1834’te konuyla ilgili yazdığı kitapta (1839’da Osmanlıca’ya da çevrildi) aştığını iddia eder. Bkz. Bernard Lewis, “Freedom and Justice in the Modern Middle East”, Foreign Affairs, May/June, 2005. Buna göre, Tahtavi, Fransa’ya gidip oradaki izlenimlerini yazdığı bu kitabında şu tanımı yapmaktadır: “Fransızların özgürlük dediği şey, bizim adaletten anladığımız şeydir.” (Lewis, 2005). Halbuki hem Lewis’in hem de Tahtavi’nin iddiaları doğru değildir. Zira Tahhavi’nin bu ifadesini, ciddi bir tespit olarak almak yerine, ‘özgürlük’ü meşrulaştırma çabası olarak görmek daha doğru olur. Zira ‘adalet’ ile ‘özgürlük’ kavramları arasında, ne etimolojik olarak bir özdeşlik kurulabilir ne de böylesi bir özdeşliği tarihsel tücrebeye onaylatmak mümkündür.
↩ [31] Maide:42; Nisa:58.
↩ [32] Şuara:227.
↩ [33] İbni Teymiyye, Kulluk, Pınar Yayınları, 2002; Mevdudi; Kur’an’a Göre Dört Terim, Çev. Dr. Osman Cilacı, İsmail Kaya, Beyan Yayınları, 1982. s.89-90. Ayrıca Batılı bir görüş olarak Erich Fromm’un ‘din’ kavramı konusundaki tahlillerine bakılabilir (Psikanaliz ve Din, Çev. Şükrü Alpagut, Kabalcı Yayınevi, 1990).
↩ [34] “İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım” (Zariyat: 56).
↩ [35] Mevdudi, Age.
↩ [36] Post-modernizmin ‘insan’ı, Kur’an’ın ‘hevasını ilah edinen’ kişi örneğiyle örtüşür.
↩ [37] Nitekim “özgür bir toplumda da, özgürlükler üstünde çok sayıda sınırlamalar olabileceği” genel olarak kabul gören bir görüştür (Barry, 2003, s. 219). Alasdair MacIntyre göre ise: “doğal haklar diye bir şey yoktur; bunlara inanmak cadılara inanmak gibidir” (After Virtue, 1981: 67, London, Duckworth). Hatta, Herbert Marcuse, daha da ileri giderek, liberalizmin muhalif akımlara müsamaha göstermesinin altında, bu akımların“kapitalist tahakküme tehdit oluşturmamalarının” yattığını söylemiştir (One-dimensional Man, 1964, Boston: Beacon Press).
↩ [38] Ömer Demir ve Mustafa Acar’ın Sosyal Bilimler Sözlüğü’ndeki şu tanım ilginçtir: “özgürlük, hangi kurallara bağımlı kalındığının bilincinde olmak, kaçınılmaz zorunlulukların farkına varmaktır” (Demir & Acar, Ağaç Yayıncılık, 1992. s. 284).
↩ [39] Bu bağlamda ‘iktidar’ ilişkilerinin önemine vurguda bulunan Foucault’nun ‘biyo-iktidar’ ve ‘panopticon’ (ideal hapishane) kavramları da, modern insanın ‘özgürleşme arayışı’nın sınırlarına işaret etmektedir (Kadife Karanlık, Hazırlayanlar: Nurdoğan Rigel, Gül Batuş, Güleda Yücedoğan, Barış Çoban, Su Yayınları, 2003, s. 100).
↩ [40] Yaratma da, bu noktada önemli bir husustur. Çünkü ‘emretme’ yetkisi, özde Yaratıcıdadır (A’raf:54).
↩ [41] Kur’an: “Allah’ın kendisine kitabı, hükmü ve peygamberliği verdiği insanoğluna: ‘Allah’ı bırakıp bana kulluk edin’ demek yaraşmaz” (Ali İmran:79) buyurarak, Kula Kulluk olgusuna dikkat çekmiştir. Ashab da, bu bilince sahipti. Nitekim İran ordularının başkomutanı Rüstem’in: “Buraya niçin geldiniz?” sorusuna, sahabeden Rebii İbn-i Amir şu cevabı vermişti: “buraya, dileyeni, kula kulluktan kurtarıp, Tek Allah’ın kulluğuna yüceltmek için geldik” (Seyyid Kutup, Yoldaki İşaretler, Çev. Salih Uçan, Hicret Yayınları, 1980, s.50). Tirmizi’nin rivayet ettiği Adiyy bin Hatem hadisinde de aynı mana vardır.
↩ [42] Allah’a kulluk, ‘karanlıklardan aydınlığa çıkmak’tır (Bakara:257). Allah’a kulluğun olmadığı yerde ise zulm vardır. Dolayısıyla ‘özgürlük çığırtkanlığı’nın, pek çok zulmü de beraberinde getireceği rahatlıkla söylenebilir.
↩ [43] Amerika’da, ‘özgürlük heykeli’ne verilen önemi hatırlamak yeterli olacaktır.
↩ [44] Bu böyledir ki, “din günü” vardır ve insanlar o gün, ‘dinlerinden sorguya çekileceklerdir.’
↩ [45] Ve bu kulluk, o kişinin zararınadır. Zümer: 29. ayette, bu konuda önemli bir misal verilmektedir. Burada tek efendinin kölesi olan biri ile, birbirleriyle sürekli çekişen birden çok efendiye kölelik yapan bir başka kişinin durumu karşılaştırılmaktadır. Bu örnekteki ilk kölenin durumunun daha iyi olacağına kuşku yoktur; zira çekişen efendiler, kölenin üzerine daha fazla yük yükleyecektir. Ayrıca farklı efendileri memnun etmek de kolay olmayacaktır. O halde tek (ve gerçek) efendiye (ilaha) itaat daha iyidir.
Kavramlara zamanla yenileri eklenecektir.