13 Aralık 2017 Çarşamba
http://ruhunakitap.blogspot.com.tr/2017/12/gelecegi-insa-etmek.html
Pınar Yayınları’ndan çıkmış ve Mehmet Kürşad Atalar’a ait Düşüncenin Okullaşması adlı 136 sayfalık eser, yazarının deyişiyle “geleceğin dünyasını inşa etmek için yegâne alternatif olan İslam’ın çağa söyleyecekleri” olduğunu fark ettirme çabası içeriyor. Bunun salt bir iddiadan ibaret olmadığını belirten yazar meseleyi “inanç ekseninde yeni bir dünya önerisi” olarak ele aldığını belirtiyor. Dolayısıyla eser, yine yazarın deyişiyle “bir manifesto niteliği taşıyan ilk bölümün ilk yazısı” etrafında şekillenen bir paradigma önerisi bağlamında hayati bir noktaya işaret ediyor. Kitap içeriğinin temel çerçevesini İslam’da hakikat düsturunun hâkimiyet idealinden önce gelmesi, modernite bilgisi ve tahlili, modernitenin kavramları ve bu kavramların İslami kavramlarla analizinin yapılabilmesi olarak belirleyebiliriz. Eser iki bölümlü on bir başlık ve dizinden oluşmakla birlikte kitabın tamamı ilk bölümde değinilen düşüncenin okullaşması olgusunun etrafında şekilleniyor.
Düşüncenin Okullaşması adlı kitap bir anlamda müellifin önceki eserlerinden olan Düşüncede Devrim adlı çalışmasının devamı niteliğinde diyebiliriz. Yazar, düşüncenin okullaşması olarak kavramsallaştırdığı olgu üzerinde uzun süre emek sarf etmiş ve yazdığı yazıları, katıldığı konferans ve seminerler çalışmalarını bu kitapta ele almış. Amacını, ortaya attığı “düşüncenin okullaşması” olgusunu/inancını/iddiasını yaygınlaştırmak olarak tanımlayan yazar, üzerinde çalıştığı konuyu Doğu-Batı karşılaştırmasıyla derinleştirerek değerli bir çözüm önerisi sunuyor. Sunduğu çözüm önerisi girişiminde İslam ve modernizm olgusunu meselenin tam ortasına koyarak aslında farklı ve elzem bir paradigma oluşturma ihtimalinin bu iki olguyla yüzleşmekten geçtiğinin altını çizen yazar, tüm bu çalışmaları yapabilmek için de modernizmi her yönüyle bilmenin zorunluluğunu belirtiyor. Özellikle Müslümanlar için bu durumun keyfi bir arayış veya entelektüel bir tatmin çabası değil dinin önerdiği hayat biçimi bağlamında bir zorunluluk olduğunu beyan eden yazar, bir şeye karşı koyabilmenin tek yolunun karşı koyulmaya çalışılan şeyin ne olduğunu bilmekten geçtiğini söylüyor. Fakat günümüz Müslümanlarının modernite hakkında yeterince değil neredeyse hiçbir bilgisinin olmadığı gerçeğini eklemeyi de ihmal etmiyor. Meseleye tersinden baktığımızda ise gördüğümüz şey çok daha ironik bir hâl alıyor. Müellifin sunduğu çözüm önerisi bağlamında, Müslümanların müntesibi oldukları din ile ilişkilerini de düşündüğümüzde söz konusu ironi hüzünlü ve acı dolu bir yazgıya dönüşüyor. Yazara göre bu durumun çözümü de anlamsal haritalandırmaya dini konu ve kavramlardan başlamaktan geçiyor ve Müslümanlar ancak ciddiyetle dinlerini öğrendikten sonra moderniteyi de öğrenerek söz konusu çabanın içine girebilir.
Eserde, mevcut durum itibariyle Batı paradigmasının üstünlüğü belirtilerek bu üstünlüğün nasıl sağlandığı ortaya konulmaya çalışılmış. İzlenilen yol ve yöntemlerin neler olduğu vurgulanarak üstünlük bağlamında benzer bir dönem yaşamış olan İslam dünyasının bilimsel ve kültürel olarak ilerlemesindeki dinamikler belirtilmiş. Tarihsel süreç içinde Müslümanların dünyanın diğer toplumlarından daha ileri medeniyet ve bilim seviyesine ulaşmasındaki etkenler üzerinden düşüncenin nasıl okullaştığı ve sonrasında bu metodolojinin kaybolmasıyla Müslümanların bu yönünün atıl hale gelişi, çabaların akim kalışı ve söz konusu anlayışın yozlaşarak körelişinin nedenleri üzerinde durulmuş. Yine tarihsel süreç içerisinde bilimsel ve kültürel olarak Müslümanların gerisinde olan Batı toplumlarının zamanla bu durumu nasıl aştıklarına değindikten sonra iki durumu karşılaştırmalı olarak analiz eden yazar, Doğu’nun düşünceyi savsakladığı yerde(n) Batı’nın düşünceyi nasıl ele aldığını, sıkı sıkıya sarılarak el üstünde tuttuğunu ve sonucunda neden “ilerlediğini” belirtmeye çalışmış. Tabii ki buradaki ilerleme kavramı birçok açıdan değerlendirilebilir ve aslında insanlık adına son derece vahim sonuçlara yol açtığı söylenebilir. Evet, bu doğru olabilir fakat müellifin meseleyi ele alışı itibariyle bu durum otomatikman konu dışında kalmaktadır. Dolayısıyla mevcut şartlarda ilerleme kavramının niteliğinin analiz edilmesinin zorunluluğu saklı kalmakla ile birlikte hâlihazırdaki siyasi, ekonomik, toplumsal, kültürel ve özellikle de bilim ve teknolojide söz sahibi olma noktasında Batı lehine ortada olan üstünlüğün altı çizilmektedir. Doğru ya da yanlışlığı farklı açılardan tartışılabilecek bu üstünlük ontolojik yapıyı dumura uğratan epistemolojik üstünlüktür ve ilkesel olarak bakıldığında uzun bir zaman diliminde büyük bir çabayla elde edilmiştir. Tarihsel süreçte görüldüğü üzere eleştirel yaklaşımlar da yine kendi içinden çıkmasına karşın bir şekilde eleştirileri de bünyesine dâhil ederek yoluna devam etmiştir. Kısacası bundan sonra da mevcut paradigmayla yapılacak eleştiri veya eylemler kendiliğinden etkisiz hâle gelecek olması bir yana Batı dışındaki toplumlara da bir fayda sağlamayacaktır.
Çalışmasında İslam’ı belirleyici olarak seçen Mehmet Kürşad Atalar bugün ve gelecekte Müslümanların söz sahibi olabilmelerinin yolunun İslami düşüncenin okullaşmasından geçtiğini söylüyor. Aslında çok tartışılan bir isim olan Gazali örneğini veriyor ve yeni bir Beyt’ül Hikme benzeri bir yapının kurulmasının zorunluluğunu belirterek bu süreç için de evvela şahsiyetlerin oluşması gereklidir diyor. Yazara göre İslami düşüncenin yeniden oluşturulmasının ardından Batı felsefi düşüncesi (epistemolojisi) bu yeni bilgiyle tahlil edilmelidir. Dolayısıyla, eğer Müslüman âlemi ortaya bir varlık koymak istiyorsa dinlerini çok iyi bilmelerinin yanı sıra moderniteyi de dinleri kadar iyi bilmeleri gerektiğinin tekrar tekrar altını çiziyor yazar. Buradaki moderniteden kasıt modernizmin ortaya koyduğu yaşam tarzı olan laiklik ve sekülerlik ile birlikte Rönesans’tan reformlara, hümanizmden pozitivizm ve rasyonalizme, liberalizmden sosyalizme, devrimlere, postmodernizm denen ucubeye ve nihayetinde kapitalizme kadar saçaklı bir paradigmanın tamamıdır. Elbette burada unutulmaması gereken, paradigmaya, yerel inançlar, mitler, siyasi, toplumsal ve kültürel yapı ve uzun bir dönem oldukça belirleyici olan Hıristiyanlık da dâhil edilmelidir.
Yazarın, ‘İslam ve moderniteyi bilme ve karşılaştırmalı analiz etme zorunluluğu’ fikrinde son derece haklı olduğunu belirtmek gerekir. Zira konunun kitapta ele alınış biçiminden hareketle, Müslümanların sadece modernizmi değil dinlerini de iyi bilmedikleri sonucu çıkıyor ortaya. Bu iki bilinmezliğin arasında kalan bireyler/toplumlar ellerinde derme çatma ne varsa ya modernizme saldırıyor veya en baştan baş edemeyecekleri ön kabulüyle karşı tarafa teslim oluyor ya da çoğunlukla bu düşünce dünyasından çok uzak biçimde insani eğilimleriyle hareketle ve kendi isteğiyle sisteme dâhil oluyor. Bu davranış biçimlerinin tamamı alternatif oluşturacak yeterliliğe sahip olamamasından dolayı mevcut paradigma içinde kalmaya mahkum olduğundan herhangi bir fayda da içermiyor. Tam bu noktada eğer alternatif oluşturulacaksa diyor yazar, mevcut durumda tek alternatifin İslam olduğunu ekleyerek yeni bir paradigma oluşturulmasına ihtiyaç duyulduğunu ve bu ihtiyacı gidermek için de her şeyden önce düşüncenin okullaşmasının şart olduğunu metodolojik olarak ortaya koymaya çalışıyor.