Söyleşi

"DÜŞÜNCENİN OKULLAŞMASI" ÇALIŞTAYI*

(27 EKİM 2018-ANKARA)

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

TARIK ÖZKAN- Evet, ikinci oturumumuza başlıyoruz inşallah.

Murat görüşlerini belirtmişti.

Evet, Rufi Bey, buyurun.

RUFİ TİRYAKİ- Bismillahirrahmanirrahim.

Öncelikle böyle bir fikir alışverişine, düşünce alışverişine önderlik ettiğiniz için teşekkür ediyorum.

Kürşad kardeşimizin takip edebildiğim kadar yayınlarında hep düşünce öne çıkar. Tabii yayınlarında düşüncenin varlığından hareket eder. Bugün işte o varlığından hareketle bir tez olarak ya da kendi ifadesiyle bir manifesto olarak ortaya atılan bu tezin önemsenmesi yanında (ki ciddi manada önemsediğimi söyleyeyim) tekrar düşünülmesi gereken daha özel, daha bütünlüklü, daha derinlikli hale getirilebilmesi açısından bir katkı, söyleyeceklerim.

Neden böyle bir çabayı önemsediğimi öncelikle belirteyim, çünkü çok karamsar bir tablo görüntüsü var. Şimdi Müslümanların dünyasız bir din istedikleri zamanlardayız. Ötekiler olan kafirlerin, müşriklerin ise dinsiz bir dünya istedikleri zamanlardayız. Böylesine zamanlarda bir çıkış yolu arayışı olarak ortaya çıkan düşüncenin okullaşmasını önemsiyorum.

Bir diğer yandan, bir şekilde önemsememi gerektiren bir şey daha: Amerikalı Katolik bir filozof Gustave Thibon’un bir ifadesi var, içinde bulunduğumuz dünyayı, o kendi uygarlığını, kendi dünyasını söz konusu ederek: “Batı dünyası her türlü konfora sahip, ama uçuruma doğru dolu düzgün giden bir tren gibidir” şeklinde bir tanım getiriyor. Bu tez, işin konforuna değil, bu trenin varacağı istikamete odaklaşması açısından önemlidir, o açıdan önemsiyorum.

Kısaca çoğunlukla metin üzerinden gitmeye çalışacağım. İlk 2012’de çıktığında okumuştum zaten kitabı, o zamanki aklımda kalanlarla birlikte tekrar göz gezdirdim, onları sizlerle paylaşmak istiyorum.

İslami düşünce, özellikle Kürşad kardeşimizin varlığından hareketle söz ettiği o İslami düşünce hep geriye doğru gider. Ve bu geriye doğru gidişi komplike yadsımıyorum. Ama hayatı kurmak isteyen, hayata söz söylemek isteyen bir dünya dininin tekrar tarihe sokulması, hayata sokulması, hayattan kaçarak elde edilebilir bir şey değildir. Yani dolayısıyla geçmişin daha doğru anlaşılmasına odaklanan İslami düşünce bugünlerden ciddi manada kaçıyor ve tek kanatlı bir şekilde seyrediyor ki buna Murat kardeşimiz de özellikle vurgu yaptı, onu tekrarlamayacağım.

Düşüncenin okullaşması makalesinin (sonradan kitap haline dönüştü) tezi şuydu: Düşünce galip geldiğinde okullaşır. Okullaşan düşünce de toplumsal ve siyasal dönüşümü beraberinde getirir. Yani bilgi, bilinç pratiği belirler; temel tezi bu kitabın. Ama buraya üç açıdan not düşeceğim daha iyi anlaşılması, daha iyi pişirilmesini sağlamak için. Ama bunu söylerken hemen hatırımda tuttuğumu söyleyeyim; bir iddia olması, bir manifesto olması sebebiyle sözün hepsinin söylenmediği vurgusu yapılıyor. Ama sonra bunun bir yerde, şu kitapta (Gelecek İçin Manifesto) açılımının yapıldığı söylendi, ben okumadım, ama bunda yapılıyor dendi.

Düşüncenin okullaşması, öncelikle düşüncenin oluşmasını gerektirir, üretilmesini gerektirir. Şimdi Atasoy abi de, Allah selamet versin, özellikle düşüncenin özgürleştirilmesi, özgürleşmesi vurgusu yaptı. Ben daha öteye geçip varlığının, yani üretilmesinin gerekliliğini söylüyorum.

Şimdi Kürşad kardeş kitap halinde yayınladığında düşüncenin yokluğunu dillendiriyor. Hem yokluğunu dillendiriyor, hem de varlığından hareketle bir tez ortaya koymaya çalışıyor. Onun özellikle farkına varılması gerekir diye düşünüyorum. Düşüncenin okullaşması, öncelikle düşüncenin oluşmasını gerektirir, varlığını gerektirir, üretilmesini gerektirir ve bilahare özgürleşmesini gerektirir. Murat kardeş bir şeyi daha vurguladı, düşünceyi ortaya çıkaracakların da özgürleşmesi gerekir. Bunların hepsini bir arada düşünerek söylüyorum.

Şimdi düşünce, esasında bir düşten beslenir. Bugün Müslümanların düşlerini kaybettikleri zamanları yaşıyoruz. Ve bu zamanlara rağmen, bu zamanların yıkıcılığına, (Murat kardeşimin ifadesiyle) yırtıcılığına rağmen düş görenlerin bu çabalarını ciddi manada önemsiyorum.

İkinci vurgu yapacağım şey geçmişimizle, tarihimizle ilgili. Ki ben buna Müslümanların tarihi diyorum, Peygamberimizin vefatına kadar olan dönemi İslam tarihi diye adlandırıyorum, Peygamberimizin vefatından sonra elan devam eden dönemin Müslümanların tarihi olduğunu özellikle dillendiriyorum. Gerekçesi şu: Müslümanların tarihi, asla İslam diye okunması gereken bir tarih değildir, İslam ile okunması gereken bir tarihtir. Müslümanların tarihinin İslam diye okunmasının bizi getirdiği noktayı hepimiz yaşıyoruz, soruyoruz. Bu geçmişimizdeki, yani Müslümanların tarihindeki okullaşmaların bizleri getirdiği nokta ortada. Buna Kürşad kardeşimiz mezhep diyor, yani düşüncenin ekolleşmesi, okullaşması, geçmişteki adıyla mezhep. Bunların bizi getirdiği nokta ortada. Peki, mezhep insani bir oluşum, sosyolojik bir vaka olmasına karşın çok tersine bir işlev gördü, görmeye de devam ediyor. Çünkü insan olduğu müddetçe hakikati anlama konusundaki çabalar devam edecek. Her bir anlama beraberinde bir anlam ortaya çıkaracak, ama adına mezhep diyelim, ekol diyelim, okul diyelim, bu, insan olduğu müddetçe devam edecek. Önemli olan, bu insani anlayışların, katkıların, okulların, ekollerin İslam ile denetlenmesidir, yani hakikat ile denetlenmesi, ona uygunluğu açısından daima masaya yatırılmasıdır.

Böylesine tabii bir vaka, sosyolojik bir vaka olan mezhepler, okullar büyük bir aile olmamızı engelledi. Böyle bir işlevi var mı? Hayır. Bu aracı iyi kullanamayan, değerlendiremeyenlerin elinde başka, ters sonuçlar verdi: Büyük bir aile (buna ümmet deyin, başka bir şey deyin) olmamızı ya da büyük bir aile olarak hayatiyetimizi sürdürmemizi ciddi manada engelledi.

Peki, şunu kabul edelim, sabahtan beri de söz konusu edilen, hep vurgulanan bu, tarihte bir tatile çıkmışlığımız söz konusu. Mezheplerin tarihte tatile çıkmışlığımızı sona erdirip tarihte ahlaki varlığımızı sürdürmemizin önünde bir engel olduğu inkar edilemez bir gerçek. Bununla mezheplilik, mezhepsizlik, mezhepçilik tartışması falan da yapmıyorum. İnsan olduğu müddetçe bu olacaktır.

Bugünkü okullaşmada öncelik nereye teksif edilecek ya da edilmelidir. Üzerinde hassasiyetle ve bilinçle durulması gerekir. Yani geçmişten ders alarak, ibret alarak, örnek alarak, doğrularını sürdürerek, yanlışlarını geride bırakarak bugünkü okullaşmada önceliğin nevi, türü konusunda çaba göstermemiz gerekir. Böyle bir katkı sunuyorum.

Üçüncüsü; teze göre, “okullaşma rakip fikirleri mağlup etmekten geçer” diyor ve bir hesaplaşma vurgusu yapılıyor, buna sonuna kadar katılıyorum. Yani sırtını dönen, tu-kaka eden ya da “kısa kes, Aydın havası olsun” kabilinden tavırların bize hiçbir şey kazandırmayacağını, hatta bize hiç yakışmayacağını söylüyorum. Bir yüzleşme, bir hesaplaşma, karşılaşma gereklidir, olmazsa olmazdır. Ama bu tez okullaşmanın rakip fikirleri mağlup etmekten geçtiği vurgusunu yapıyor. Bu doğal olarak beraberinde dediğim gibi yüzleşmeyi, hesaplaşmayı, karşılaşmayı getiriyor.

Yalnız burada açık olmayan bir şey var, bu zikredilen okulların hangi düşünceyi mağlup ettikleri belirtilmemiş. Örnek verelim, fıkhi mezhepler neyle hesaplaştılar? Misal İslam’ın hayatı kurması, tarihi kurması, siyaseti kurması, dünyayı kurmasını sağlayacak en büyük etken kaynak fıkıh iken, bunlar donukluğun, donmuşluğun yinelenmesi anlamına gelir oldular. Peki, bu fıkhı mezhepler neyle hesaplaştılar ya da hesaplaşması gereken olayların hasılası mı idiler, bunların ortaya konması gerekir diye düşünüyorum. Misal, yine özellikle Gazali vurgusu var. Bu noktada Atasoy abinin altını çizdiği şey vardı, düşüncenin geçmişte ne yaptığından daha öte, daha öncelikli olan şey bugün ne yapması gerektiği üzerinde durmaktır. Yani geçmişi olmayanın, geleneği olmayanın geleceğinin olmayacağının farkında olarak bunu söylüyorum. “Bugünü kurmak, yarınları kurmak için geçmişten istifade etmek gerekir, ama orada kalmamak kayd-ü şartıyla” diyor. Misal, Gazali felsefeyi mağlup mu etti? Şimdi karşılaşmayı Gazali örneği üzerinden söylüyorum, çünkü tezde çok mihver bir noktada duruyor Gazali. Gazali felsefeyi mağlup mu etti? Çünkü Gazali felsefeyle karşılaştı, onunla hesaplaştı, ama Gazali felsefeye karşı çıkarken dahi felsefe yaptı. Her ne kadar Hayri hocamın ifadesiyle bir teolog olarak yapsa dahi bir felsefe yaptı, ama daha çok teolojik alanda tartıştığı 20 noktanın üçünde ne yaptı, tekfir etti. Filozoflar eğer kafir olduklarını kabul etselerdi, Gazali galip ilan edilebilirdi. Ama hiçbir filozof Gazali’nin bu kafir tanımlamasını kabul etmedi. Dolayısıyla bir fikrin rakip fikri mağlup ettiğinin neyle ölçüleceğinin hassasiyetle ortaya konulması gerekir.

Bir de, fikri mağlup etmek ne demektir? Şimdi karşılaşmaya evet, ama mağlup etmek üzerinde ciddi manada durulmalıdır. Fikri mağlup etmek, fikre fikirle karşılık vermek midir, yoksa tavır değişikliği, tutum değişikliği, davranış değişliği, amel değişikliği oluşturmak mıdır? Yani dünyayı dönüştürmek, dünyaya söz söylemek, güzel şeyler. Özellikle Hayri Kırbaşoğlu hocamız da vurguladı, evrensel bir dil diye ifade etti. Ben onu yıllardır, 95’den beri söylüyorum: bir makale yazmıştım, yazı özürlülüğüm var, onu da söyleyeyim, pek yazan birisi değilim, okumayı daha çok seviyorum. “Bir direniş dili inşası” diye bir yazı yazmıştım. Yıllardır bir direniş dili üzerinde duruyorum ki bunu dünyada bir de (yazıyı, makaleyi yazdıktan sonra gördüm) Hasan Hanefi dillendiriyor. Bu dilin anlamı, yani insanlığı kuşatacak tutarlı bir şey ortaya koyacak, böyle hayatın akışkanlığında hayatiyetini sürdürecek, bu dinamiklik içerisinde dinamizmini sürdürecek bir düşünce üzerinden bir dünya oluşturmak mıdır, bunun açıklığa kavuşturulması gerekir. Yani tekrar ediyorum; fikri mağlup etmek, fikre fikirle karşılık vermek mi, yoksa amel değişikliği oluşturmak mıdır; bunun açıklığa kavuşturulması gerekir.

Dördüncüsü; özellikle Kur’an’ın onayına vurgu yapan cümleler var kitabın 28. sayfasında. Şimdi tarihte Ehlisünnet adı altında 500’ün üzerinde mezhebin varlığı malumdur. Her şey olmuş bitmiştir, ama hiçbir mezhep, hiçbir okul kendisine Kur’an’dan, gelenekten herhangi bir meşruiyet devşiremediğinden dolayı şikayette bulunmamıştır. Yani her mezhep, her ekol Kur’an üzerinden kendisini konumlandırmıştır. Bu bugünlerde de devam eden çok ciddi bir keyfiliği ortaya çıkarıyor: Kur’an’ın onayı. Hiç kimse Kur’an’ın onaylamadığı bir düşünceyle yola çıktığını söylemiyor. Bunlarla da hesaplaşmamız gerekiyor. Dolayısıyla Kur’an’ın onayına vurgu yapan bu iddia, Kur’an üzerinden konuşulmayan hiçbir ekolün, hiçbir fırkanın olmadığı acı gerçeğiyle yüzleşmelidir.

Yine söylüyorum, özellikle böyle bir çabayı (zamanın adamı olmak yerine her zamanda, her devirde, her şartta adam olmak vurgusu yapan, Kur’an’a yönelerek böyle bir çıkış yolu arayan, konformizme yaslanmayan) bu düşüncenin okullaşması çabasını çok önemsiyor, bunun kolektif olarak daha tutarlı, daha bütüncül, daha derinlikli, daha normatif yapılmasını gerektiğini söylüyorum, çünkü hayatın içerisinde sabit olanlarla değişken olanların ayırdında olmamız, normu forma, formu norma yedirmememiz gerekiyor. Özellikle bizim şu an içinde yaşadığımız zamanlar formların normlara dönüştüğü, normların da formlaştığı zamanlar. O yüzden, işte deizmden bahsediyoruz, hayata herhangi bir şey söylemediğinden, velhasıl bir dünya dini olan İslam’ın dünyaya hiçbir sözünün olmadığından hareket ediyoruz. Böyle bir ortamda, “hayır, başka bir şey mümkündür, başka bir tutum mümkündür” diyen bu tezi önemsiyor, bu tezi elbirliğiyle daha da iyileştirmemiz gerekir diyorum. Bunu bir davet olarak ele alın, hatta üzerimize düşen bir şey varsa da bundan kendimizi uzak tutmayacağımızı da söylüyor, bilinmesini istiyorum.

TARIK ÖZKAN- Allah razı olsun.

RUFİ TİRYAKİ- Cümlemizden. Çabalarınızı da Rabbim makbul kılsın, meşru kılsın diyorum.

TARIK ÖZKAN- Amin.

Evet, Cevat abi, buyurun.

CEVAT ÖZKAYA- Güzel konuşmalar oldu, güzel tartışmalar oldu doğrusu.

Şimdi ben baştan beri böyle kısa bir İslam düşünce tarihine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum, hatta kısa bir İslam siyasal tarihine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çünkü herkesi müstakil olarak konumlandırıyoruz, bir ortamın içinde konumlandırma bir süreç içinde anlatmakla mümkün olabilecek bir şeydir. Örneğin Wells’in Kısa Dünya Tarihi diye bir kitabı vardır. Dünya tarihinin ayrıntılarını size anlatmaz, ama netice itibariyle şöyle kuşbakışı bir göz gezdirirsiniz. Şu dönem benim için daha önemlidir diyen… Biz bir ara malumat yığını olan, ama tarih özelliğini taşımayan (benim bildiklerim en azından böyle) bir şeyle karşı karşıyayız. Eğer böyle bir düşünce tarihimiz olsaydı belki daha tutarlı tartışıyor olabilirdik bazı şeyleri, burada tutarsızlık var anlamında söylemiyorum.

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16

©2023 - Düşüncenin Okullaşması. Tüm Hakları Saklıdır.