(27 EKİM 2018-ANKARA)
LEVENT ÇAVUŞ- Yarın mı?
ADEM ÇAYLAK- Yani yakın gelecekte. Vardır muhtemelen. Ama bu tartışılıyor, yani değişimi anlamıyoruz, çok ciddi bir şekilde değişimi anlayıp anlamlandıramıyoruz. Ama işte bu statik, arkaik, bilinç üzerinden olguyu inşa etmeye dönük bir perspektifle çağı okuyamayacağız diye düşünüyorum. Artık bizim İbn-i Haldun’dan çok istifade edebileceğimiz şeyler olduğunu düşünüyorum.
Çok teşekkür ediyorum.
TARIK ÖZKAN- Tam zamanında tamamladınız, teşekkür ediyoruz. Evet, Allah razı olsun Adem kardeşimizden. Şimdi bu taraftan geriye doğru dönelim isterseniz. Hüseyin abi. Şöyle söyleyeyim: Misafirlerimiz anlamında herkesten görüşlerini aldık…
HÜSEYİN ALAN- Biz kısa konuşalım o zaman...
TARIK ÖZKAN- Yani bundan sonraki kısımda belki hani Kürşad ağabeyden özel olarak belli bir kısımla ilgili bir izahat, bir açıklama isteyebiliriz… Soru-cevap şeklinde değil de, belki hani metinle ilgili açılması istenen hususlar olabilir...
HÜSEYİN ALAN- Tamam, ben kısa-kısa temas edip geçeceğim sadece. Şimdi beşer tarihinin toplumsal aşamalarını tanımlamak için çok uğraşılmış, bütün bilimler, nesiller buna yoğunlaşmış. İnsanlık tarihi bugünü anlamak için, gelecek tasavvuru kurmak için geriye gidiyor, bir kök buluyor, kökten bu tarafa doğru nasıl gelirse aşama-aşama bir tanımlama yapıyor, tasnif yapıyor, bir şey ortaya koyuyor, ondan sonra bugünü izah ediyor ve geleceği kuruyor. İktisatçılar bunu yapmış, siyasetçiler yapmış, sosyologlar yapmış, ama ilahiyatçılar yapamamış, maalesef sınıfta kalmışlar bu konuda. Batı bu işi çok iyi yaptığı için zaten öne geçmiş. Kurmuş zaten, bugünü kurmuş, öyle kurmuşlar. Ha, doğru mu yanlış mı? Bana göre tamamıyla saçma, bu evrim teorisi, falan. Hocamın söylediğinin tersine söylemek için söylemiyorum, bir şeyi anlamak için söylüyorum…
ADEM ÇAYLAK- Yok, söyleyin, tersine söyleyin ki daha iyi sonuçlara ulaşalım.
HÜSEYİN ALAN- Burada Allah’tan iktisatçı yok, şimdi iktisatçının söylediği şeylere bakarsan biz bu dünyada hiç yoktuk zaten. Sosyoloğa bakarsan, biz zaten daha önce hayvandık, bilmem neydik, falan. Tamam, bugünü anlamıyoruz, anlamakta zafiyetimiz var. Anlamayınca, yarın bizim geleceğimiz yok. İşte yeni bir dünya kuruluyor, yeni bir hayat kuruluyor, bunun parası, insanı, robotu, bilmem dijital dünyası falan, o dünyada biz yokuz, çünkü biz kurmuyoruz. Eğer öyleyse, bir nokta koyup da geleceksek, modern aşamada son 500 yılda, diyelim ki dinler zaten tarihten çıktılar, dinler değiştirildiler, aklileştirildiler, din diye bir şey yok. Tamam, din var, var da başka bir din var, başkalaşmış bir din var yani. Dindarlar bu tarihte sığıntı gibi yaşıyorlar. Üretilmiş bir şeyi dinileştirmeye çalışıyor, başına İslam koyuyor, Hıristiyan koyuyor, Yahudi koyuyor, böyledir diyor falan. Aslında bambaşka bir şey var, biz bu tarihten çıkmışız. Bu tarihe dönmek için tarihi bir değerlendirmek lazım. Bence tezin en büyük eksikliği, kök bilgisinde, referansta. Başından gelemiyor, işte en fazla Gazali’ye gidiyor. Ebu Hanife’ye gidemiyor. Kimdi, arkadaşların biri söylemişti, Hasan el Basri’ye gidemiyor, Hazreti Muhammed’e hiç gidemiyor mesela, artık niyeyse, bilmiyorum. Şimdi iyi bir yerden başlayıp bu tarafa gelirseniz izahı daha geniş, ihatalı yapabilirsiniz. Ama bir şey var, bir tez var, emek verilmiş, üretilmiş. Sonuç olarak ben Müslümanca bir hayat yaşamak istiyorum, sosyal hayattaki problemleri Müslümanca çözmek istiyorum. Ben bu dünyada yaşayacak falan da değilim. Benim dünyam ahirettir, ahirete göre bu dünyada, orayı kazanmak için burada bir şey yapmam lazım, tez benim hangi ihtiyaçlarımı gideriyor, ona bakarım. Tez benim hangi sorunlarımı gideriyor?
Ben bir sosyal hayat yaşıyorum, bu sosyal hayatı biz kurmadık, kurulmuş bir sosyal hayatta yaşıyoruz, ama bunu değiştirmek mümkün. Bunu kuran bir irade varsa, değiştirip başka bir dünya kurmak, hayat kurmak da iradeyle mümkün. O irade bana yol gösteriyorsa, ufuk açıyorsa, baş üstüne olmalı da zaten, bu tip çalışmalar daha fazla olmalı. Hatta fantastik sınırlarda dolaşsak bile ihtiyacımız var, hakikaten ihtiyacımız var. Çünkü geçmişten bilgi dünyası olarak fazla kısırlaştık, fazla nakilciyiz veya ne bileyim iyice de geçmişe kızacağız diye şimdi hepten savrulduk, Batı’yı alıp tercümanlık yapıyoruz. Yerli oryantalistler Batılı müsteşriklerden daha fazla, özellikle ilahiyat camiası. Ben siyer çalışırken o tezleri okuduğumda, bütün yerli tezleri bıraktım.
MEHMED DURMUŞ- Buradakileri hariç de bari abi.
HÜSEYİN ALAN- Öyledir tabii.
ADEM ÇAYLAK- Hayri hocam öyle değil ama.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Ben şaşırdım, çünkü bizim ilahiyatçılar pek okumaz oryantalistleri, doğrusu merak ettim.
ADEM ÇAYLAK- Ankara ekolünü mü kastediyorsunuz oryantalist olarak?
HÜSEYİN ALAN- Yok, Hayri hocam olmasaydı derdim 😃 Şimdi ihtiyacımız var. Bu tez ihtiyacımızı karşılıyor mu, ona bakmak lazım. Ama tezde şöyle bir total iddia var, bu neredeyse bütün işlerimizi çözecek bir tezmiş gibi algı var bende, eğer yanlış anlamadıysam. Şimdi böyle bir şey yok. Allah’ın kitabı eğer insanlara bir şey gösterememiş, öğretememişse, Allah bu konuda haşa aciz kalmışsa, içimizden birisi çıkıp bir şey yazıverip dünyayı düzeltemez, böyle bir şey yok, bu iddia biraz absürt bir şey olur. Ama haddimizi bilerek kendi çağımızda, kendi yaşam şartlarımızla, sosyal imkanlarımızla, siyasi imkanlar, politik imkanlar ve iktidarımızla veya muhalefet imkanlarımızla biz Müslümanca bir duruşu, yaşayışı üretebilirsek, bu nedenle bize ufuk açıyorsa (ki açtığı yerler var, Allah için var yani) o zaman yararlı olur.
Burada en çok dikkat çeken hususlardan biri tezin düşünceye ağırlık vermesi, düşünceyi düzelttikten, sağlıklı hale getirdikten sonra yapılacak pratiklerin sağlıklı olacağına işaret edilmesi. Yani Ebu Hanife’den kalma bizde bir adet var, iman ve amel ayrılığı dediğimiz şey. Halbuki Ebu Hanife’nin hangi şartlarda, hangi bağlamda konuştuğunu anlamazsak, niye imanla ameli ayırdığını da anlamayız. İşte bugünkü şartlarda cihadi selefeliğin, Taliban’ın çıktığı bir dönemde, o gün de Haricilerin çıktığı bir ortamda milletin kıtır kıtır kelle kestiği dönemde imanla ameli ayırabilir, haklıdır da, doğrudur da. Ama biz biliyoruz ki her imani kaygı bir pratikle alakalı. Mesela diyelim ki eğer bilgi, düşünce, tez, kavramsal sistematik, her neyse, bende bir Müslüman zihin oluşturuyorsa benim bütün tavırlarımı da değiştirir, münasebetlerimi de değiştirir. Söz gelimi, haram yiyecek diye bir şey bende yerleşmişse şunlar şunlar haram diye, ben pazara-markete gittiğimde (ne yemek yapacağımı biliyorum; dolayısıyla Müslümanca yemek yapmak istiyorum, evet yemeğin de Müslümancası var) malzemeleri ona göre alıyorum. Kalkıp da domuz eti almam, haram bir şey almam, niye? Zihnim Müslüman gibi çalışıyor. Şimdi zihin Müslüman gibi çalışınca her hareketimiz, her pratiğimiz Müslümanca şekle dönüşür. Tezin bence bu tarafta bir eksikliği var. Çünkü bugün yapılan şeylerin çoğu yanlış, çünkü düşünsel olarak yanlış düşünüyoruz. Düşünceyi düzeltmeden, doğrultmadan doğru bir pratik harekete geçilmez diye bir iddia var, burası zaaf tarafı, benim gördüğüm tabii ki. Bence burayı aşmak lazım. İslam’da, yani mümin olarak bakıldığında biz çok soyut olabilir miyiz, teorik-akademik kalabilir miyiz? Yani kalınmasın anlamında söylemiyorum, tabii ki derinlik için ihtiyacımız var da, bu akademisyenlik biraz da bizim dışımızda bir şey, soyut bir şey. Bilgi, burada biraz da soyut bir şey gibi çıkıyor.
Bizim hangi bilgiye ihtiyacımız var, ona da bakmak lazım. Bizdeki bilgi, yani bilgi çok olur falan da, birçok yerde ihtiyacımız var da, bir de bilginin politikası var, kullanış amacı, yöntemi var değil mi? Kafirin ürettiği bilginin birçoğu bizim işimize yaramayabilir, yani yaramıyor zaten. Çok üretilmiş bilgi eksiğimiz var, alıp kullanalım, olmaz. Hayır, bir dakika, bu bilgi bizi Müslüman olmaktan uzaklaştıracak bir şeyse “o bilgi şöyle dursun” deriz yani, “o bilgi bize lazım değil” deriz.
Burada Müslümanların herhalde 200 yıldır tartıştığı, teknikte-bilimde çok geri kaldığımız yönündeki tartışmalar, kompleksimiz var ya, bu kompleksten de kurtulmak lazım. Kalmışsa kalmışız. Bu uzun rauntlu maçtır, 200 yıldır da sırtımız yerden kalkmıyor, sopayı yedik. Ama bu maçın sonu değil, daha kıyamet kopmamışsa, hayat devam ediyorsa, biz yeniden ayağa kalkabiliriz. Sonuçta insanlığın, beşerin tarihsel sürecinde galibiyet-mağlubiyet olabiliyor. Sanki Allah da öyle dilemiş, kimseyi tek millet olarak yaratmadık diyor, iyiler ve kötüler hep var…
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Sen ayağa kalkacağız diyorsun, hocam diyor ki işimiz bitiyor. Bu gelişmeler karşısında biz ayağa kalkmak bir yana ayakta kalamayacağız.
HÜSEYİN ALAN- Dünyada bir tek Müslüman varsa…
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Hocam, biraz retorik ağırlıklı gittin sen, ama ben biraz Murat hocama…
HÜSEYİN ALAN- Yok ben o kadar detaya girmiyorum, mesela Murat’ın anlattığına ben şöyle bakıyorum, biraz iktisada meraklıyım diyelim, daha evvelki o ilkel toplumda doğaya hiçbir katkı yapmadan sadece tüketen vahşi varlıklar olarak tanımlıyorlar iktisatçılar bizi. Bakıyoruz, ilkel varlıklarız, vuruyoruz, öldürüyoruz, asıyoruz-kesiyoruz, doğaya zarar veriyoruz, sadece tüketiciyiz. Tarım toplumu aşamasını devrim olarak niteliyorlar, sanayiyi bunun versiyonu olarak görüyorlar. Diyorlar ki, tarım toplumu aşamasına geçtiğimizde hem üretmeyi, hem tüketmeyi öğrendik. Organizasyonu öğrendik, şehir kurmayı öğrendik, ambarlamayı, sevkiyatı falan öğrendik diyorlar. Sanayi aşamasında tüketim ağırlıklı üretime geçtik. Şimdi dijital dünyaya geçiyoruz diyorlar, ne olacağı belli değil. Şimdi bunu iktisatçıların gözüyle…
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Hocam, bu iktisatçılarınki, siz antropologlara bakın.
HÜSEYİN ALAN- Antropologlar sınıfta kaldı, Urfa Göbeklitepe hepsini iflas ettirdi.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Değil hocam, onlar arkeologlar. Antropologlar tam tersini söylüyor. Hemen sana göndereyim, bir tane kitap var.
HÜSEYİN ALAN- Eyvallah.
Böyle bir dünya kuruyorlar, tamam. İnsanlığın aşamasını tespit etmiş, buradan buraya geliyor, kaçınılmaz diye bize dayatıyorlar. Hayır, kaçınılmaz diye bir şey yok, başka bir dünya her zaman kurulabilir. Hazreti İsa, tek başına, ordusu-donanması yok, 11-12 tane havarisi var, hepimiz biliyoruz, Yahudi ilahiyatına göre güya Yahudiler onu sattı, bana göre Roma rahatsız oldu, sözünden rahatsız oldu. Hazreti İsa söz; zaten her şey sözle başlar. Modern dünyanın en büyük laneti, başımıza yazılı kültürü bize otorite olarak dayattılar, “doğrusu budur” dediler, egemen iktidarlar da bunu kullandılar. Şimdi görsel dünyaya geçtik, yazılı dünya da bitti. Görsel dünyada bilgiyi kim üretiyor, biz üretemiyoruz bilgiyi. Üretebilir miyiz? Tabii ki üretiriz, yeter ki şu kompleksten kurtulalım, rahatlayalım. Böyle bir dünya var, bu dünyada da Müslümanca yaşanır, Müslümanca sözler söylenir.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Hocam, bu lafı 100 senedir söylüyoruz biz, ama hiçbir şey yok ortada…
HÜSEYİN ALAN- Söyleyeceğiz hocam.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Demek ki yok. Bir şey 100 senede çıkmıyorsa çıkmaz hocam, bence burada söylemi değiştirmek lazım, kafamızı değiştirmemiz lazım.
HÜSEYİN ALAN- Dili yenilemeye katılıyorum…
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Hocam, bu kadar hızlı gittiği yerde 100 sene aynı söylemi sürdürüyorsa, burada bir yanlış var.
HÜSEYİN ALAN- Yanlış biraz bizde, benim kanaatim.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Sonuçta bu gidişat çıkar yol değil hocam, savunmadayız bak, bence biraz hayatın içine girmemiz lazım.
HÜSEYİN ALAN- Biz hayatın dışında değiliz hocam, hayatın içinde yaşıyoruz da, Müslümanca yaşamayı üretemedik.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Dışındayız hocam. Müslümanca yaşamak kavramı tamamen retorik.
HÜSEYİN ALAN- Retorik mi diyorsunuz?
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Retorik hocam.
HÜSEYİN ALAN- Hocam, mesela cinsiyetsiz nesil yetiştiriyorlar. Ben diyorum ki nikah kıyan Müslümandır, nikahlı evlilik yapan, kadın-erkek evliliği yapan Müslümandır dedik, bu niye retorik olsun, Müslümanlık böyle bir şey ya.
MEHMET HAYRİ KIRBAŞOĞLU- Hocam, siz kendi kafanızdaki Müslümanlığa Müslümanlık böyle diyorsunuz. O Müslümanlık konusunda o kadar farklı yaklaşımlar var ki. Her Müslüman sayısınca Müslümanlık var. Bakın burada farkında olmadan totalitarizme gidiyoruz. Yani kendi kafamızdaki Müslümanlığı herkese dayatıyoruz. Gerçekten biz bir gerçeklikten koparak yaşıyoruz.
HÜSEYİN ALAN- Daha güçlü bir retorik söyleyeyim: Hazreti Muhammed çıktığında (benden daha iyi biliyorsunuz) dedi ki: “hepiniz cahilsiniz, atalarınız da bir şey bilmiyorlardı, taptığınız putlar da beş para etmez.” Bütün insanlığı karşısına aldı, çok cesur bir adamdı, hiç yılmadı, hep aynı şeyi söylemeye devam etti. Ondan sonra öldürmeye kalktılar, biliyorsunuz hikâyeyi, yani yok etmek için her şeyi yaptılar. Ama başaramadılar, sonunda Hazreti Muhammed’e teslim olmak zorunda kaldılar. Niye? Onun da ordusu, devleti yok, zorla yapmadı bu işi, parayla pulla da yapmadı bu işi, sadece dedi ki: “yanlışsınız, doğrusu budur.”
©2023 - Düşüncenin Okullaşması. Tüm Hakları Saklıdır.