(27 EKİM 2018-ANKARA)
Mesela somut proje olarak biz üç-beş kişiyle (kimlerle olduğunu şimdi söylemeyeyim de) bir çalışma başlattık; arkadaş sen şu ismi, sen şu ismi çalışacaksın şeklinde… Beş tane isim var. “Çalışacaksın ve bu isimler konusunda uzman olacaksın” dedik. “Benim ömrümü aşar” diyor adam. Olsun, o amacı belirle. Sen şu adamı dünyada en iyi kritize edebilen adam olmaya çalış. Sen ötekini, sen berikini... Yani böyle bin tane adam söylersiniz. Ha, bu ne? Teknik alanı kast etmiyorum, bakın, tekniğin de ideolojik boyutu varsa, onun da tabii çalışılması lazım, ama öncelikle ideoloji alanında yapılacak bu çalışma. Yani insanlığa hakikate dair bir şey söyleyeceksiniz. Bu çalışılacak kişi bilim adamı da olabilir, filozof da olabilir. Ama nihayetinde o adamı en iyi sen bileceksin. Kim adına? İslam adına, Müslümanlar adına. En iyi kritize edebilecek kişi sen olacaksın. Şimdi bizde bunlar yok, yani bu tür şeyler yok. Çok konuşuluyor: mesela Marx diyelim, herkes konuşuyor, ama derinlemesine bilenimiz yok. Batılılar bizden çok daha iyi biliyorlar. Ama onların bir Batılı olarak Marx hakkında söyledikleri artık Marksist hareketi beslemiyor, bilgileri hala yekûn olarak bizden çok fazla olmasına rağmen. Müslümanların Marx bilgisi ise hala yetersiz, kritize edilmiş sayılmaz diyorum ben hala. Ha belki vardır da bizim haberimiz yoktur, bu yaygınlaşmayla ilgili bir şey tabii ki. Hiç ummadığım kişiden bile böyle bir çalışma çıkabilir. Yani işte Rufi söyledi, mesela adam belki aslında meseleyi çözmüştür, ama yazmayınca nereden bileceğiz, yani o da ayrı bir konu. Buraları da araştırmak lazım.
Ayrıca, Hayri hocam söylüyor, “şurada şu var” diyor. Bu etkileşim de son derece önemli. Türkiye’deki ilim çok geri filan diyoruz, başka yerlerde daha ileride diyoruz. Bunlar da tabii dikkate alınması gereken şeyler. Ama niye mesela bir Ali Şeriati bize geliyor, Kutub öbür tarafa gidiyor, Mevdudi buraya geliyor da, bizden olan şu şu isimler oralara gitmiyor?! Burada da tamamen bir kasıt yok yani. Teknik imkânsızlıklardan dolayı değil yani, belli bir kalite var da ondan. Şimdi bunlar yapıldığı zaman, sistematikleştirme tabii hemen yarın olacak değil. Yani belki bırakın 50 seneyi Hayri hocam, belki çok daha uzun süre de alabilir. Ama tarihsel sürece baktığımız zaman siyasi veya itikadi ekollerin oluşma süreçleri belli, yani üç aşağı-beş yukarı belli. Yani tamam, onlu yıllar yetmiyor, ama binli yıllara da çıkmıyoruz hani. Yani 100, 150, 200, bazıları 250 yıla filan uzanıyor. Bizde de çağdaş dönemde 150 sene geçti diyorum; Batı’nın malum sıkıntıları da var, saha da boşken yapılması gereken de üç aşağı beş yukarı belli kabaca böyle tarif ettiğimizde bence.
Bir de şunu söyleyeyim: Aslında İslamcıların eğitimi başlıklı bahis de önemli. Hayri hocam bu terime kota koyuyor biliyorum. Benim kastettiğim, politika anlamında İslamcılık yapanlar değil. Yani İslam’ı ideolojik mahiyetiyle, hakikat iddiası olarak anlayıp diğer muarızlarına karşı onu savunacak kişi anlamında diyorum. Kim olursa artık bu muarız, modernite olur, Budizm olur... Budizm’in bir iddiası yok ki ben onu muhatap alayım şu an. Gerekmiyor da, gerekirse, yarın alabilirim. Yani Hayri hocam, bu okullaşma işinde en öne İslamcıları eğitmek gibi bir başlık da alınabilir, somut olarak. Eğitmek derken, şöyle: önce onların kalitesini arttıracak çalışmalar yapmak. Şimdi 80’li yılları hepimiz hatırlıyoruz, neredeyse çıkan her kitabı okuyorduk, değil mi? Bu okuma işi, daha önce çöl gibi olan düşünce dünyamızı ne yaptı? Belli bir seviyeye yükseltti. Şimdi bir yere geldik. Bu süreci yaşamış olanlardan bazıları ne dediler, son yaşananları görünce Hayri hocam?: “Bu işlerde sonuç yok, ben bırakıyorum.” Hatta birisi geçen şöyle söyledi: “artık kitap bile okumuyorum.” Cevat Bey ifade etti: Öneriyorum, adam: “okumuyorum” diyor. Şimdi bu da ayrı bir konu. Yani bir yerlerde bir tıkanıklık var da bunlar oluyor. O tıkanıklık açılsa niye olmasın ki? Bu da bizim gibi kesimlerin kendisini daha çok geliştirmesiyle ilgili. Şöyle bir kanı var bizim kesimde, çoğunlukla da aktivist kesimlerde (aslında bir semptom olarak görülmesi lazım): “Aşağıdan ne kadar çok adam devşirirsek, yani sayıyı arttırırsak bu iş gelişecek.” Bence burada haklılık payı olmakla birlikte, ana strateji bu olmamalı. Yani yukarıyı entelektüel olarak ne kadar çok ileriye taşırsak o kadar bu mesele çözülecektir diye düşünüyorum. Yani sonuçta entelektüel düzeyiniz kadar varsınız. Ne kadar düşünüyorsanız o kadar var oluyorsunuz. Şöyle: Ebu Hanife 40 bin konuda (yanlış mı söylüyorum Hayri hocam) fetva vermeseydi, o ilmi kariyeri yakalayamazdı, öyle değil mi? Veya Buhari şu kadar konuda hadis yazmasaydı o alanda otorite olmazdı. Onlardan önce bunu yüzlü sayılarda, binli sayılarda yapanlar vardı tabi ki. Yani bu işin daha iyi yapılması durumunda diğerleri ister istemez sahadan çekilecek? Yani daha geride kaldıkları için, daha doğrusu, onu hak ettiği için (öyle diyelim) adam o noktaya geliyor. Arkasında emek var, arkasında büyük bir çaba var, bu boşuna olmuyor.
Tabii bu sonuçta beşeri bir faaliyet, ama şöyle: Bizim de (işte Hüseyin Ağabeyin dediği gibi) bu hayatta bir çözüme ihtiyacımız var, bizim sorunumuzu çözmesi lazım bu projenin. Yoksa mutlaklaştırılamaz tabi ki. Bu arada ne yapılacak? Hayat boşluk kabul etmiyor, tabii akacak, herkes bildiği kadar yapmaya devam edecek. Zaten ben şunu söylemiyorum: yani “bundan başka yolu yok” demiyorum. Tek hassasiyet gösterilecek yer bana göre Levent hocam, yaptığını mutlaklaştırmamak. Mesela gruplar, cemaatler yaptıklarını bir süre sonra ne olarak görüyor? Kuzguna yavrusu şahin görünüyor ya, sahiplenmeye çalışıyorlar. Bu da neyi beraberinde getiriyor? Yanlışları meşrulaştırma gibi bir şeyi. Bu hep düşünce kalitesinin düşük olmasıyla ilgilidir diye düşünüyorum. Peygamber Aleyhisselam zamanında niye daha çok günahkâr olanları toplumsal skalanın en aşağısında görüyoruz? Çünkü orada kalite yüksek, çıkamaz ki yukarıya. Ama tepede olanın kalitesi ne kadar düşükse, aşağıdaki yukarı çıkma fırsatını o oranda yakalıyor. Sonra da olan oluyor. Tabii doğru düzeneği kurmak da kolay olmuyor yani, bu işi sağlamak kolay değil.
Şimdilik aklıma gelenler, toplayabildiklerim bunlar, yani tam bir cevap olmuyor tabii ama şimdilik bunlar.
Belki son olarak şunu söyleyeyim Tarık: Yani böyle bir kavramsallaştırma fikri filan nereden geldi sorusu. Zorlayarak olan bir şey yok, onu başta da söyledim. Birdenbire oldu denilebilir, yani birtakım şeyler böyle arka arkaya gelince oluverdi herhalde. Şöyle söyleyeyim: mevcut halimizde bir tıkanma görüyorum, yani gelmiş olduğumuz noktada bir tıkanma var, ama bu kötüye doğru gidiş anlamında değil, açılmaya ihtiyacı olan bir şey. Bir usta getireceksin, boruyu açacak, getirmezsen o tıkalı kalır sürekli. Onu açacak bir şeyi bulmamız lazım ve açılacağına dair de çok büyük ümidim var benim, yani öyle azıcık-buzucuk bir şey değil. Bu da neden? Tarih yorumumdan geliyor, tarihe bakıştan kaynaklanıyor. Tekrarlanmayabilir tabi ki, o ayrı. Yani bu sefer de tekrarlanacak diye bir garantiyi kimse veremez.
Mehmed’in söylediği şey, diğer toplantılarda da çok eleştiri olarak geliyordu. Yani moderniteyi teoride mağlup etsek bile, bu başarıyı garanti etmez eleştirisi. Ben şöyle düşünüyorum: hele biz bir bunu yapalım, gerisi bizden çıkıyor sorumluluk olarak. Hazreti Nuh örneği veriliyor: her şeyi yapmış, ama sonuçta başarı yok deniliyor. Fakat dikkat edelim, bence Hazreti Nuh örneği şunun için veriliyor: Siz sonuç alacak şekilde her şeyi doğru yaptığınız zaman üzerinize düşeni yapmışsınız demektir. Yoksa yapsanız da sonuç alamayacaksınız diye bir şey yok. Daha doğrusu, ana kural şu: yaparsan sonuç alırsın. Diğeri istisna. İşte modernler yapıyor sonuç alıyor da sen niye alamayacaksın? Bize göre modernite yanlış bir düşünce, değil mi? Peki o dünyada yapabilmiş, sen niye yapamayacaksın?! Bunu “çalışma” kavramıyla çok net izah etmek mümkün. Müslüman çalışırsa, bunu az önce çerçevesi çizildiği şekilde, kaliteli bir şekilde yaparsa onlardan daha kısa sürede yapar diye düşünüyorum.
Tabii benimseyip, benimsememeye etki eden başka faktörler de var, onu kabul ediyoruz, yani onda hiç şüphe yok. Ama orada da ümitli olmamıza dair Kur’an’dan da çok örnek getirebiliriz. Yani mesela Yunus Aleyhisselam örneği. Sanki peygamber terk edince, diyorsun ki bitti her şey, hiç de öyle değil; adamlar aslında çoktan ikna olmuşlar anlattıklarından, peygamber aralarında yokken bile. Ama o içlerinde yok sadece. Veya balığın karnından çıktı, sonra geldi, başka bir yoldan, hemen sonuç aldı. Bu da olabilir.
Evet, ben tekrar çok teşekkür ediyorum, yani bayağı bir zaman ayırdınız. Hepinizden Allah razı olsun. Bence çok yararlı bir toplantı oldu, özellikle hani o dışarıdan dediğim mesele açısından daha önce yapılmamış kritikler oldu, bunları da tekrar değerlendireceğim.
TARIK ÖZKAN- Katılan herkesin nefesine, ayağına sağlık, Allah razı olsun tekrar. Şimdi ben hakikaten kendi adıma da çok fayda gördüm, eminim hepiniz öyle düşünüyorsunuz. Biz bu konuşma kayıtlarını deşifre ettireceğiz inşallah ve en kısa sürede mail yoluyla katılımcılara ileteceğiz. Sonrasında belki oradan bir şey, hani bir şeylerin izah edilmesi gibi, ilave bir şey çıkarsa, inşallah sonra da dergide…
HÜSEYİN ALAN- Müşterek yayınlanabilir bir şey çıkarsa, gene metinler dolaşsın da ondan sonra.
TARIK ÖZKAN- Tabi tabi, yani biz göndeririz, herkes bakar.
İlk etapta en azından hani dokümante edilmiş olması bakımından önemsiyorum ben, burada söylenen sözleri. Herkes kendi söylediklerini not etmiş olsun, sonrasında da hani dergide belki bir kısmını, belli bölümlerini yayınlamak anlamında müsaade olursa onu da değerlendiririz inşallah.
Bize böyle yeni toplantılar, bereketli, hayırlı toplantılar yapmayı nasip etsin Rabbim. Herkese tekrar çok teşekkürler.
* Bu toplantıda yapılan konuşmaların özeti daha önce İktibas Dergisi’nde yayınlanmıştı (Aralık 2018, Sayı:480) Burada ise toplantı kayıtlarının tamamı (akışı bozmamak için yapılan küçük bazı tashihler dışında) orijinal haliyle bulunmaktadır. Yararlı olacağı ümidiyle yayınlamayı uygun gördük.
Not: Toplantının formatı gereğince, katılımcıların görüş, öneri ve eleştirilerine cevap verme imkanı bulunamamıştı. Getirilen bazı eleştirilere yönelik olarak Düşüncenin Okullaşması (2012) ve Gelecek İçin Manifesto (2015) kitaplarında kimi cevaplar yer almış olsa da, bütünlüklü bir tartışma çerçevesinde itiraz ve eleştirileri cevaplamak konunun daha iyi anlaşılması bakımından önem arz edeceği için, nasip olursa, katılımcıların görüşlerine dair cevabi kanaatlerimizi içeren ayrı bir çalışma yapmayı düşündüğümüzü de buradan ifade etmek istiyoruz.
©2023 - Düşüncenin Okullaşması. Tüm Hakları Saklıdır.