Söyleşi

Kürşad Atalar ile "Batının Kaynakları" üzerine

11.12.2010 Özgün Duruş

Söyleşi: Asım Öz

Batı Medeniyeti’nin felsefi, siyasi ve kültürel köklerini anlama noktasında çok farklı yaklaşımlar söz konusu. Bu anlama edimine katkı yapacak kitaplardan biri Harvard Üniversitesi tarih profesörlerinden Mark A. Kishlansky’nin hazırladığı Batı’nın Kaynakları (Açılım Kitap, 2009) adlı kitap. Kitap, orijinal eserlerden alıntılanan pasajlardan oluşuyor. Pasajların seçiminde Kishlansky’nin titizliği de gözden kaçmıyor. Her bir orijinal eserden alıntılanan 5-6 sayfalık bölümler, hem eserin tümüne ilişkin okuyucunun zihninde net bir fikir oluşmasını sağlıyor, hem de okuyucuyu eserin orijinalini okuması yönünde teşvik ediyor. Bu bakımdan, kitabın, Batı Medeniyeti’nin kaynaklarına ilk elden ulaşılması noktasında önemli bir işlevi olduğunu da söyleyebiliriz. Kitabı yetkin biçimde Türkçeye kazandıran M. Kürşad Atalar’la kitabı ve çevirisini konuştuk.

Kürşad Bey, Batı’nın Kaynakları’nın çevirisini tamamladınız ve kitap geçen günlerde yayımlandı. İlk elden neler söylemek istersiniz?

Öncelikle bu kitabın Türkçede bir ‘ilk’ olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir nevi ‘belgeler koleksiyonu’ özelliğini taşıyor. Türkçede bu formatta daha önce bir eser yayınlanmadı bilebildiğim kadarıyla. Eser, Batı Medeniyeti’nin kültürel ve siyasal kodlarını anlamayı mümkün kılan 148 adet belgeden oluşuyor. Her bir belgenin girişinde editör Kishlansky’nin yapmış olduğu yarımşar sayfalık izahlar da belgenin mahiyeti ve önemini anlamak bakımından okuyucuya oldukça yararlı bilgiler sunuyor. Ayrıca Kishlansky’nin ‘Önsöz’ bölümünde bir tarihsel metnin nasıl okunması gerektiğine dair yapmış olduğu ‘yöntem’ önerisi de bence hayli orijinal. Bunun dışında, kitabın ‘özel’ okur kitlelerine hitap eden bir özelliği daha var. Kitap, üniversitelerde özellikle tarih ve siyaset bilimi bölümlerinde ders kitabı veya yardımcı kaynak eser olarak okutulabilir. Ayrıca kitabın şöyle bir yan faydası olacağını da umuyorum: orijinal eserlerden ‘tadımlık’ alan okur, eserlerin aslına müracaat etme ihtiyacı duyacaktır. Bu olursa, kitabı tercüme etmekle amaçladığım asıl şey gerçekleşmiş olacak diye düşünüyorum.

Kishlansky’nin Metodu

Çalışmada, Herodot, Thucydides, Aristo, Eflatun, Sokrat, Hobbes, Locke, Rousseau, Proudhon, Mill, Marx, Nietzsche, Freud, Darvin, Sartre ve Fukuyama gibi yazarların en meşhur kitaplarından alıntılar olduğu gibi, Homeros, Vergilius, Dante, Moliere, Soljenitsin, Orwell, Kipling gibi yazarların edebi eserlerinden seçkiler de bulunuyor. Tarihsel olaylarla ilgili belgelere örnek olarak ise, Kudüs Kuşatması, Haçlı Savaşları, Somme Muharebesi, Holokost ve Srebrenica Katliamı ile ilgili metinleri sayabiliriz. Eserde dini metinlerden alıntılar da mevcut. İncil ve Tevrat`ın yanı sıra, Kur’an’dan da alıntılar var. Kishlansky’nin bu çalışmasında Kur’an’dan bölümlerin alıntılanmış olması, İslam`ın da Batı Medeniyeti`nin `kaynakları` arasında yer aldığının veya Batı Medeniyeti`ni etkilemiş olduğunun bir biçimde kabullenildiğini gösteriyor ki bunu da kitabın bir başka özelliği olarak sayabiliriz.

Esere Batı’nın Kaynakları derken, temel kavram `uygarlık` oluyor ancak bununla, bir `değer yargısı`yla yola çıkmış olmuyor mu yazar?

Tercümeyi yaparken, yazarın ne kadar böylesi bir ‘değer yargısı’ ile hareket ettiğini ben de gözlemlemeye çalıştım. Bu kitapta, bu yargının kimi izlerine rastlamak mümkün, ama dozajı pek fazla değil. Çünkü editör, metne müdahale edemiyor. Hatta metinlerin en orijinal bölümlerini seçmeye özen gösteriyor ki, bu, eğer varsa böyle bir yargısı, onu yansıtmasına da bence bir biçimde engel oluyor. Dolayısıyla, bu kitapta editör değil, 148 adet belgenin ‘müellif’ konumunda olduğunu söyleyebiliriz! Yani editörün müdahalesi, çok belirleyici değil diyebilirim.

‘İlmi hal’in Bir Gereği Olarak Batı’yı Tanıma

Peki, bir `temel kültür kitabı` olarak Türkçe okura neler kazandırır bu çalışma?

‘Genel okur’a yararından kısaca bahsetmiştim. En azından Batı Medeniyeti’nin kodlarını derli toplu bir şekilde öğrenmesine yardımcı olur. Ayrıca birçok metnin isminin dahi genel okur tarafından ilk kez duyulacağını söyleyebilirim ki bu da önemli bir bilgi katkısıdır. Mesela “Kurt Adam Hikâyesi”, “Simplicissimus” veya “Azize Roy’un Kerametleri” adlı bölümler bunlar arasındadır. Fakat bunun ötesinde, kitabın daha çok, Batı Medeniyeti veya modernizm okumaları fazla yapmayan “Müslüman okur”a yararı olacağını düşünüyorum. Müslüman okurun Batı’yı ve moderniteyi iyi tanımasını ‘ilmi hal’in bir gereği olarak gördüğüm ve kitabın da bu amaca hizmet edeceğine inandığım için, Kishlansky’nin bu eserini önemsiyorum. Tabii bu kitaptan sonra, eserlerin orijinaline ulaşma gayretini göstermek de gerekiyor. Müslüman okur, en azından bu kitaptaki listenin orijinallerine ulaşır ve kütüphanesinde bulundurursa, asgari düzeyde bir Batı Medeniyeti okumaları yapmış olacaktır. Bu bile, bizim okur kitlemiz açısından önemli bir şeydir diye düşünüyorum.

Peki, Batı`yı Batı yapan asıl düşünce hangisidir, nelerdir Kishlansky’nin yaklaşımına göre?

Okuyucu böyle bir özel vurguyu kitabı okurken göremiyor. Çünkü az önce de ifade etmeye çalıştım; kitabın formatı buna müsait değil. Ancak Hıristiyanlıkla ilgili olarak şunu söyleyebilirim: Kishlansky, Tevrat ve İncil’in birçok bölümünden alıntılar yapıyor ve bence de gayet isabetli alıntılar yapıyor. Çünkü bu metinler sadece Batı’nın geçmişine damgasını vurmakla kalmamıştır, hala Batı’daki birçok insanın günlük yaşamını dahi etkilemektedir.

Batı’nın İslam Medeniyetinden Etkilenmesi

Kitapta yer alan İslam medeniyetiyle ilgili metinlerin seçimini nasıl buldunuz?

İslam konu başlığıyla ilgili üç metin var. Biri Kur’an’dan değişik surelerden yapılan alıntılardan, ikincisi Kudüs Kuşatması’yla ilgili İbni Kalanisi’nin eserinden bir bölüm, üçüncüsü de bir Batılı yazarın 16. yüzyılda Hac dönemindeki Mekke gözlemlerinden oluşuyor. Belki Endülüs medeniyetiyle ilgili bir bölüm de eklenebilirdi. Çünkü Batı’nın Endülüs vasıtasıyla İslam medeniyetinden etkilendiği tezi, tarihçiler arasında yaygındır. Bu manada belki İbni Rüşd’den bir alıntı yapılabilirdi. Ama bunları çok önemli eksikler olarak görmüyorum. Sonuçta, Batı Medeniyeti’ni anlatan bir kitaptır.

Bugüne değin epey eser çevirdiniz. Bir çevirmen olarak kafanızda `çevirinin mimarisi`ni oluşturma sürecinden söz eder misiniz? Bu süreç boyunca neler yaparsınız?

Vallahi, her eserin kendine göre ayrı bir emek göstermek gerekiyor diyebilirim. Kishlansky’nin bu eseri de, “benim ‘Selimiye Camii’m’ oldu” desem herhalde kastımı daha iyi anlatmış olurum. Epey emek verdim bu kitaba.

“Pratik bir ‘alternatif’ oluşturamadık”

Konuyu İslam Medeniyeti çalışmalarına getirdiğimizde, kitaba yazdığınız önsözde bunun bir gereklilik olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu tarz bir çalışmanın yapılması için aklımıza ilk gelen nedir yahut ne olmalı?

Bu önemli soru için hassaten teşekkür ediyorum. Bu konuda şunları söylemek isterim. Bendeniz, malumunuz bir süredir ‘Düşüncenin Okullaşması’ diye bir kavramdan bahsediyorum. Bu başlığı taşıyan ilk makalem yaklaşık 10 yıl önce İktibas’ta yayınlanmıştı. Zaman içerisinde içeriği zenginleşti tabii ki. Bu kavramla kastım şudur: Müslümanlar olarak, bugün bizler, önemli bir geçiş döneminde bulunuyoruz. Batı Medeniyeti’nin ya da modernitenin içine girdiği kriz, oradan dünya için bir alternatif model ya da umudun artık çıkmayacağını gösteriyor. Malumunuz “On Tez” adlı kitabımda, post-moderniteyi “modernizmin iflasının ilanı” olarak gördüğümü ifade etmiştim. Ancak hâlihazırda hala modernitenin veya post-modernitenin küresel ölçekte etkin konumda olduğunu da söylememiz gerekiyor. Müslümanların düzeyine baktığımızda ise, önemli potansiyeller olmakla birlikte, pratik bir ‘alternatif’ oluşturamadıklarını görüyoruz. Yani özetle, Müslümanlar devlet dahi kursalar, bu husustaki sorunları devam ediyor.

İşte bendeniz bu noktada, sorunların köklü çözümü için ‘Düşüncenin Okullaşması’nı öneriyorum. Bu da en özet ifadesiyle iki sacayağına dayalı bir süreç olarak işlemeli diye düşünüyorum. İlki sağlıklı ve güçlü bir İslam bilgisi, ikincisi de sağlıklı ve güçlü bir modernite bilgisidir. Müslümanların her iki konuda da ‘yetkinlik’ düzeyine henüz ulaşamadığını düşünüyorum. İslam düşüncesi noktasında zaten birçok eksiklikler ve yanlış anlayışlar var; modernite bilgisi ise son derece zayıf. Bu süreçte yapılması gereken, öncelikle İslam bilgisinin sağlıklı bir şekilde artırılması, bunun yanında da modernite bilgisinin yetkinlik düzeyine çıkarılmasıdır.

İkinci nokta ile ilgili olarak, malumunuz Gazali’ye sürekli atıf yapıyorum, çünkü tarihte Yunan felsefesine karşı benzeri bir hissiyatla İslam’ı savunma çabası vermiştir ve bir biçimde başarılı da olmuştur. Şimdi de aynı şeyin, moderniteye karşı yapılmasının gerekli olduğunu söylüyorum. Ama bu nasıl yapılacak? Gazali diyor ki: “ben Yunan felsefecilerinin kitaplarını yazarlarından daha iyi anladığıma kani olduktan sonra Tehafüt ve Makasıd’ı yazdım!” Bu cümleden çıkarmamız gereken sonuç şudur: “bizim modernite bilgimiz de moderniteyi, modern eserlerin yazarlarından daha iyi anladığımıza kanaat getireceğimiz düzeye ulaşırsa, işte ancak o zaman moderniteyi aşabilir ve onu mağlup edebiliriz.” İşte Kishlansky’nin eseri, bu amaca edebilecek bir çalışma bence.

Düşüncenin okullaşması gerekiyor

Ama tabii ki Düşüncenin Okullaşması, çok kapsamlı bir süreçtir. Elbette moderniteyi bilme noktasında yetkinlik kesbetmek için, modernite okumalarının çok kapsamlı bir şekilde ve titizlikle yapılması gerekir. Bu sürecin sonunda da tıpkı Gazali’nin felsefeciler için yaptığı gibi bir ‘tasnif’in yapılması lazımdır. Yani modernitenin ‘küfr’ veya ‘şirk’ oluşturan yönleri, ‘batıl’ yönleri ve ‘nötr’ alanları belirlenmeli ve bunların İslami kavramlarla çelişkileri veya benzerlikleri gösterilmelidir. Yani Düşüncenin Okullaşması sürecinin sonu, bir ‘kavramsal tahlil’ çabasıdır. Burada İslam’ın ve modernitenin en merkezi kavramlarından tali olanlarına kadar karşılıklı bir kavramsal değerlendirme yapılacaktır. Bu yapıldığında, süreç, asgari düzeyde tamamlanmış olacaktır.

Bendeniz, bu iş, layıkıyla yapıldığında, fiili varlığı bir süre daha devam etse de, modernitenin ‘aslen’ mağlup edilmiş olacağını düşünüyorum. Bana göre, nasıl ki Gazali bu işi yaptığında, felsefe bir daha belini doğrultamamışsa, biz de bu işi layıkıyla yaptığımız zaman, modernite de bir daha belini doğrultamayacaktır. Bu nedenle, İslam Medeniyeti alanında da Kishlansky’nin yaptığı gibi bir çalışmanın yapılması, bence bir ilk adım olabilir. Düşüncenin Okullaşması sürecinin tamamlanması için, öncelikle ve daha yetkin bir biçimde İslam Medeniyeti Okumaları yapılması şarttır. Daha doğrusu, Müslümanlar bu alanda yetkinleşmeden modernite okumalarının çok anlamlı olmayacağını söyleyebilirim. Hatta bazı kişiler için ‘tehlikeli’ dahi olabilir! Yine Gazali’nin ifadelerine göre, “herkesin felsefe okuması gerekmez, hatta bazı kişiler okumamalıdır!” Niçin? Çünkü felsefenin dili, ‘özel bir mesleğin terminolojisi”ne benzer. O terminolojiye hâkim olmayan, birçok şeyi yanlış anlar! Ayrıca Aristo, Eflatun gibi güçlü felsefecilerin eserleri, bilgi düzeyi düşük insanların akıllarını da çelebilir! O bakımdan modernite okumalarında da benzeri kaygıları gözetmekte fayda vardır diye de düşünüyorum.

Hala ‘Modernitenin Dili’ni Konuşuyoruz

Müslümanların sömürgecilik dönemlerinden günümüze değin Batı`ya yönelttiği eleştiri sizce sağlıklı bir eleştiri mi?

Bana göre, süreç içerisinde giderek ‘gelişme’ kaydediyoruz. Başlangıçta söylemimiz tepkiseldi ve içerik de çok yavan ve gelenekseldi. Zaman içerisinde birikimin artmasıyla birlikte, bilgi düzeyi de yükseldi ve bu, dile de yansıdı. Ancak ‘dil’ deyip geçmemek lazım; bence ‘dil’, bilgi düzeyini keşfetmek açısından iyi bir araçtır. Bendeniz, bugün Müslümanların önemli bir kısmının hala ‘modernitenin dili’ni konuşmaya devam ettiğini gözlemliyorum ve bunu bilgi birikimimizin istenilen düzeyde olmadığına yoruyorum. Ama Düşüncenin Okullaşması sürecinde somut bir noktaya ulaşabilirsek, dilin üzerindeki ‘yabancı’ etkilerin de tümden kalkacağına inanıyorum.

Söyleşi için teşekkür ederim. . . .

Ben Teşekkür ederim.