Düşüncenin Okullaşması

Başlangıç Döneminin Karakteristik Özelliği Nedir?

Kendisinden önceki dönemin ‘paradigması’ndan kopuş yaşanmasıdır.

Burada artık hayata, evrene ve insana bakış değişmiştir. Bununla birlikte, düşünce sistematik değildir ve söylem de, ‘savunmacı’ ve ‘tepkisel’dir. Dolayısıyla, bu söylemin ikna edicilik özelliği zayıftır. Düşüncenin siyasallaşma ve toplumsallaşma aşamalarına geçememesinin asli nedeni de, dilin bu savunmacı karakteridir.

Başlangıç döneminin bu özelliklerini benzer süreçleri yaşayan bütün beşeri kültürlerde görebiliriz. Rönesans döneminde doğal hukuku savunan hümanistler, bir yandan bin yıllık Hıristiyanlık geleneğinden kopuşu simgeleyen kavramlarla konuşuyorlar, öte yandan da savundukları görüşlerin Hıristiyanlığın ilkeleriyle çelişmediğini kanıtlamaya çalışıyorlardı. Örneğin Erasmus, papalık kurumunu ve dönemin din adamlarını alaycı bir dille eleştirmesine ve eleştiriyi yaparken büyük ölçüde antik dönem Yunan filozof ve şairlerinin eserlerine atıfta bulunmasına rağmen, yine de dinin ‘aslı’na yönelik radikal bir eleştiri getirmiyor, bilakis görüşlerini desteklemek üzere zaman zaman Hıristiyan kaynaklarından yararlanıyordu. Yine Galileo, İmparatoriçe Kristina’ya yazdığı mektupta, doğa araştırmalarından elde ettiği sonuçların İncil’deki ifadelerle çelişmediğini ispatlamak için özel gayret sarf ediyor ve sorunun İncil’in ‘yanlış yorumlanması’ndan kaynaklandığını söylüyordu. Aynı şeyi, Müslüman Düşüncesi’nin ondokuzuncu yüzyıldaki tecrübesi için de söylemek mümkündür. Bu dönemde Afgani ve Abduh, bir yandan ‘öze dönüşü’ önerirken, öte yandan, İslami kavram ve kurumların ‘bilim’e ve ‘rasyonalite’ye aykırı olmadığını ispatlamaya çalışıyorlardı. Malum olduğu gibi Afgani ve Abduh’un üslubu, esas itibarıyla, ‘savunmacı’dır. Her ikisi de kaynaklara dönüşü savunmasına rağmen; bunun nasıl yapılacağını sistematik bir biçimde gösterememişlerdir. Batı Düşüncesi’nden etkilenmişlik ‘dil’e yansımıştır. Düşüncelerinin ‘ikna edicilik’ düzeyinin düşük olmasının asıl nedeni de budur.

Başlangıç döneminin ilerleyen evrelerinde, orijinal kavramlar konusunda zihinler berraklaşır, ancak, okullaşma hala gerçekleşmemiş olduğu için, ‘kitleleşme’ de sağlanamaz. Örneğin Rönesans döneminde Erasmus’un doğacı ve hümanist söylemi etkili olmuştur, ama Erasmus bir ‘ekol’ sahibi değildir. Çünkü düşüncelerini ‘sistematik’ bir şekilde ifade edememiştir. Erasmus’un yapabildiği, Luther’in zeminini hazırlamak olmuştur. Rasyonel düşüncenin felsefi temellerini şekillendiren Descartes’ın ve laik iktidarın teorik çerçevesini  oluşturan Hobbes’un ortaya çıkması için daha bir asır vardır. Çağdaş Müslüman Düşünce’nin başlangıç döneminde Afgani ve Abduh’un yaptığının da, esas itibarıyla, Erasmus’un yaptığından pek farkı yoktur. Onlar da İslam’ın orijinal kavramlarının doğru anlaşılması noktasında Müslüman zihinlerde derin etkiler bırakacak düşünceler üretmişlerdir, ancak bunlar eklektik ve savunmacı karakterde olduğu için, istenen sonucu doğuramamışlardır. Afgani ve Abduh’un yapabildiği, belki Kutup ve Mevdudi’nin zeminini hazırlamak olmuştur. Ancak her ikisinin ürettiklerinin de, insanlığın geleceğini belirleyecek ‘yetkinlik’ten yoksun olduğunu söyleyebiliriz. Zira her ikisinde de ‘modernite’ ile ciddi bir hesaplaşma yoktur. Şeriati, kısmen bunun işaretlerini vermişse de, onun üslubunda da ‘orijinal İslami dile vukufiyet kesb edilmesi’ noktasında sıkıntılar vardır. Bu ise, henüz Düşüncenin Okullaşması aşamasına geçemediğimizi göstermektedir.


Facebook'ta Paylaş Tweetle