Düşüncenin Okullaşması

‘Düşüncenin Okullaşması’ Aynı Zamanda Bir ‘Yöntem’ Önerisidir

Acaba bir toplumda, maddi şartların iyileşmesinin bir sonucu olarak mı ilim düzeyi yükselir; yoksa ilim düzeyi yükseldiği için mi maddi şartlar iyileşir? Değişimin ana dinamiklerini açıklamaya çalışan bütün ideolojiler, inanç sistemleri ve felsefi görüşler bu soruya cevap aramışlardır ve tarih boyunca her iki görüşü savunanlar da olmuştur. Modern dönemde, özellikle Marksistler, sorunu, altyapı/üstyapı ilişkileri çerçevesinde ele almış ve maddi/ekonomik şartları temsil eden altyapıdaki iyileşmenin, kaçınılmaz olarak, sanat, edebiyat, felsefe, din gibi unsurlardan oluşan üstyapıyı belirlediğini savunmuşlardır. Müslüman düşünce tarihinde de benzeri bir görüşü İbni Haldun savunmuş ve toplumlardaki her türlü gelişmeyi (bu arada ilmi gelişmeyi de) ‘asabiye’ ya da ‘grup dayanışması’na bağlamıştır. Ancak tersini savunanlar da vardır ve bunlar da genellikle maddi şartların iyileşmesini dahi, ilim düzeyinin yükselmesiyle izah etmeye çalışmışlardır. Batı düşüncesinde genellikle bu görüşü idealistler savunmuşlardır. Hegel’i bunların başında sayabiliriz. Müslüman düşünce tarihinde de Gazali’yi bu yaklaşımın bir temsilcisi olarak görebiliriz. Zira o, Yunan felsefesine karşı ‘entelektüel’ bir mücadele verilmesini gerekli görmüştür ve bu mücadelenin başarısını da yaşadığı toplumun maddi şartlarına bağlamamıştır.

Soruyu biraz daha somutlaştırarak ve İslami Hareketler’in mücadele stratejisine bağlayarak başka bir şekilde sormamız da mümkündür: “acaba önce ‘devlet’ kurmak için mi yoksa Düşüncenin Okullaşması için mi çalışmalıdır?” Önce siyasal iktidarın ele geçirilmesi gerektiğini savunanlar, strateji olarak, güçlü organizasyonlar kurulmasını şart koşmakta ve ilmi çalışmaların ilerlemesini bu organizasyonların güç kazanmasına bağlamaktadırlar. Buna göre devlet kurulduktan sonra, ilim düzeyi otomatikman artar; zira güç artık Müslümanların elindedir; ilim düzeyini artıracak şey de, esas itibarıyla, ilmi faaliyetleri destekleyecek maddi gücün bulunmasıdır.

Bu görüş, esas itibarıyla, hatalıdır; zira planlaması yapılmamış hiçbir tasarım, hayatiyet bulamaz. Planlama ise, özde, ‘düşünce’ ile ilgilidir. Dolayısıyla, devleti kuran şey, aslında, onun daha önce bir ‘tasarım’ olarak hayatiyet bulması, yani düşüncede tecessüm etmesidir. Bu ise, en nihayetinde, bir zihinsel süreç sonunda gerçekleşir. Elbette maddi şartların iyileşmesinin de sürece katkısı vardır; ancak maddi şartlar süreci belirlemez, sadece etkileyebilirler. Nitekim maddi şartlar bir toplumda pek çok kişiyi benzer şekilde etkilemesine rağmen, bu etkiye maruz kalan kişilerin bilgi düzeyleri benzer olmamakta; hatta bütün toplumlarda otorite düzeyindeki ilim adamlarının sayısı son derece az olmaktadır. O halde, maddi şartların iyileşmesiyle düşünce düzeyinin artması arasında kaçınılmaz/zorunlu bir ilişki yoktur. Tersine, ilim düzeyi arttıkça, maddi şartların iyileşmesi ihtimalinin de arttığı söylenebilir. Çünkü bu durumda, toplum, neyi nasıl yapacağını, hangi kaynağı nasıl kullanacağını vs. daha iyi bilir. Herhangi bir işin daha iyi bilinmesinin, o işin daha iyi yapılması sonucunu doğuracağına ise kuşku yoktur. İyi yapılan işler ise, kaçınılmaz biçimde, verimliliği artırır ki, bu da, üretimde artış, yani maddi şartların iyileşmesi demektir.

Bu bakımdan, Düşüncenin Okullaşması, İslam devleti kurmak için çalışan İslami Hareketler’e yeni bir yöntem önerisinde bulunmaktadır. Müslümanlar olarak, dünya ölçeğinde kalıcı bir varlık gösterebilmemiz için, öncelikle temelimizin sağlam olması gerekir. Bu ise, açıktır ki, öncelikle düşünce planında güçlü olmamızı gerektirir.

O halde ey dünya Müslümanları! Düşüncenin Okullaşması projesi etrafında birleşiniz. Düşünsel eksikliklerimizi gidermeden, siyasal iktidara da sahip olamayacağız. Olsak dahi, bu iktidar uzun soluklu ve kalıcı olmayacaktır. Batılın zail olması için, Hakk’ın gelmesi gerekir. Hakk’ın gelmesi için ise, öncelikle Hakk’ı bilmek gerekir!


Facebook'ta Paylaş Tweetle